HAZAR HAKANLIGI
7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde îtil (Volga)'den Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyefe uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanhğı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların yukarıda gördüğümüz tarihî seyir dolayısiyle, Sabar Türklerinin devamı oldukları îslam yazarı el-Mes'üdî(10. yüzyıl)'nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, îranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyid eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanhk topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk guruplannın yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Z'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahallî diller kullanılıyordu. Bu, bölgede cereyan eden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana topraklan durumunda olan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketierinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugoriardan. Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.
558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadçniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir. Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığmın batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve îslam kaynaklanna göre, Gök-Türk hanedam Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi- "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde îran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu îranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.
558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadçniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir. Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığmın batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve îslam kaynaklanna göre, Gök-Türk hanedam Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi- "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde îran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu îranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.
Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa giriçen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Ha-zarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için ge-ekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyoıdu.
Hazar Devleti, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafindan çökertilip îran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı.İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler .
Konstantinos'un prenses Çi-çek'ten doğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan împarator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon'un karısı îren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.
665'i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de îslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeieleri şiddetli ve devamlı oldu. îlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selman b. Rebîa kuman-dasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'a girdiler. Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını îslamların büyük çapta harekatı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı. 730'a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in 737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeler: zikredilmeğe değer Bu savaşlar dolayısiyle belirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa(vilayet merkezi)'ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.
îslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırlan bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da "Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ın dağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarian, Volga civarında Fin-Ugor Burtas'lar661 ve başka çeşitli Fin kollan, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki îslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolaylan, hakanlığın idaresine girmişlerdi.
Böyiece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ'ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,Xut-kal), Çin'den ve Türkistan'dan ipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, îtil ve başka Hazar çehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtalan arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkinleşmiştir.
Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. îbn Fadlan (M. 922) Hazarlann bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklannı, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklannı söylemekte, îstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenannda) , Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tmutorokan Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arap kaynaklannda, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimiz Sarıgşm, başkent îtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adı verilmişti. Başta kagan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad'lar tarhan'lar tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "Hazar Barışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilen ustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıçtı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğ-adan inşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı.
"Hazar Barışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısiyle hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında türlü yazılar (Gök-Türk, Arab, îbranî, Kyrill) kullamlıyordu. Ahali de çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eski Türk-Bozkır dini olan, Tanrı'nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı ("Tengri-Han") itikadında idiler Fakat milletlerarası sıkı münasebetler sonucunda ülkede îslamlık, Hıristiyanlık ve Musevîlik de yayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet ve ayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (îs-tahrî, M. 932, el-Mes'üdî, M. 944, îbn Havkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler, kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu, îslamlığm (9. yüzyıl ortalarında) Harezmliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans'tan geldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhur İslav "apostol"u Kyrill (Kyrillos)'in başkent İtil'i ziyaretinden (861-862) sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Musevîliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ile idareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğe ulaşmış görünmüyor. Hazarların Musevîliğe dönmesi umümîyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihler verilmektedir. Son araştırmalarda Bulan'ın 8. yüzyılda Khersones'de (Güney Kırım'da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür. Bazı İslam müelliflerine (el-Mes'üdî) göre, Hazarlar Abbasî halîfesi Harun'ur-Reşîd zamanında (786-809) Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. "Karay" denilen bu mezhep, Musa'nın talimlerini ihtiva ettiği sanılan "Talmud"a fazla itibar etmeyen ve helki bazı İslamî unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içinde iyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir. 960 yıllarına doğru Endülüs Emevî devletinde Musevî nazır Hasday b. Şaprut'un Kurtuba'dan Hazar hakanı "Yasef'e gönderdiği mektup ile hakanın îbranîce yazdığı rivayet edilen cevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır'da ele geçirilerek İstanbul'da yayınlanan (1577) bu "yazışma" ("Correspondence Kha-zare")'nın ilmî yayınlara ve açıklamalara konu olan metni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler684 vesikanın gerçekliği husu-sunda ciddî çiipheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilginin birçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir. Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazar ülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım'da, Lehistan'da ve Türkiye'de (İstanbul'da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinî lisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevî Hazar Türklerinin ve belki kısmen Karaim Kumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.
"Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. îskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca anları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen îskandinavya'lı gözü pek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos Rodh=gemici, eski îsveç dilinde) diye adlandırılan maceracı bir grubun idaresine girmişler ve Hazar örneğine uygun bir siyasî yapı kazanmağa baçlamışlardı (9. asrın ilk yarısı). tlmen gölü çevresinde yerlilerden aldıklan kürk, bal, balmumu gibi mallar sayesinde Bizans ile alış-verişe girişen Vareg-Ruslar o civarda bazı kasabalar da kurmağa çalışıyorlardı. 9. yy. 2. çeyreğinde İlmen'in kuzeyindeki Novgorod şehrinin, Rurik adlı bir Vareg-Rus'un knezlik(beylik) merkezi olduğu ve bu "knez" (kelime aslen Germence'dir)'in oralardaki bazı İslav kabileleri tarafından "hükümdar olması için" nasıl davet edildiği Rusların "ilk kronik" (Nestor Tarihi. 12. asrın ilk çeyreği)'inde efsane vasfında anlatılır.
Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Samba-ta'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetlere giriş-mi§ ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef §eh-rini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafın-dan kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde baçkanın unvanı "chacanus" (khakanus=hakan) idi (Frank kroniki Annales Bertini-ani). 988'de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Ya-roslav (1036-1050) hala resmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. îbn Rusta (920'lerde) Gerdîzî ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen" (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi "Ritsskaya Pravda" (XI. yüzyıl 2. yarısı)'da "drujina" (idareciler) ile teb'a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür.
Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır. M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırtar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan için On-Ogur (=Ongur, Ungri, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Belar (Bul-gar)'ın gelinleri ile Alan prensinin iki kızının Hunor (Hun-eri) ve Moger (Magy-eri) taraflarından kaçırılıp zevceliğe alındıklan hikayesi ile, Hurorve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek Macarların, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hatıralarıdır. Sabariarın Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra (Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcıhğı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa de-vam eden Türkçe sözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir: ÖA:ör=öküz, n>ıö=dana, bika =buğa, borjıı=b\ızagı, tyuk=tavuk, /co5==koç, kecske=keçı, tarlo=taı\a, teknö=tekne, ^aro=kazık, eke=saban, arok=aıı\i, bıaa=bugüay, arpa=arpa, borso^buıçak, a//na=elma, szölö= (sidleg'den)üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=han^, ero=erk (kuvvet), tör-veny=töre (kanun), tamı=tamk (şahid), belyeg=(pu\) belge, erdem=eTdem (fazilet), egy=kutsal, frü/ı^günah, öö/c^=bilge, kek=gök (mavi), sarga=san, zsam=s3iyı, betü=biü(g) (harf),/+/ı;= yazmak vb....
Macariar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayin edilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "kündü" unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut böl-gesi (=Etel-küzü~Etelköz=nehirler arası)'ne geçmişlerdir. Burada Kün-dü ile "Üge" taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer "ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Maeyar 7. Bunlardan Orta Asya'da Türk asıldan bir boy olarak görünen Kürt kabilesi inden hiç olmazsa bir bölümün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlara katıldığı sanılıyor.(bu görüş çürütülmüştür bk. 1. dipnot) 880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Caöa'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir. 889'a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tu-na-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen 713 ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (îstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k)715. 0 tarih-lerde Bizans kaynakiannda Macarlara daima "Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Tourkfıia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler717 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasîras) denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'da bulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).
Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Başlangıçta 1 liklerden kurulu olan ordu -Hazar unsurunun daha çok ticarî içlere kayması dolayısiyle-ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar (Khalis~ Kh ~alis=Kaliz'ler) teşkil ediyordu. Mesela yukarıda 762-764 hadiseleri dolayısiyle zikrettiğimiz Aslarhaıı daha zıyade kendi yurttaşlarına kumanda eden Harezmli bir askerdi. Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmalan, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar îskil 721'lerin yurttan aynlmaları hakanlığı büsbütün zaafa uğratmıçtı. îslavlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllannda). Vaktiyle hakanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları îslavları büsbütün azdırdı. Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrinin kurulduğu eski başkent îtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halinde idi.. Hazarlar dağıldılar. Tmutorokan'a, Kırım'a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Diğer taraftan Hazarlar yabancı ülkelerde de bazı hatıralar bırakmışlardır: İshak b. Kündücük, Ab-basî halîfesi el-Mu'temid zamanının (870-891) tanınmış kumandanlarındandı. Tegin b. 'Abdullah'il-Hazarî üç kere Mısır valiliği yapmıştı (10. asrın ilk çeyreği). Hatta Ye'cüc-Me'cüc seddini aramak üzere halîfe el-Vasık (842-847) tarafından Kafkaslar'a gönderilen ve Türkçe de bildiği söylenen Sellam-ut-Teı-cüınan aslen bir Hazar Musevîsi olduğu rivayel edilmiştir. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarlann hatıralarından biri Hazar Denizi'nin adıdır.
(1) "Son zamanlarda ülkemizde bâzı millîyetçi! çevrelerce Kürt'lerin bir Turan boyu, dolayısıyla Türk oldukları iddiâları öne sürülmüştür. Buna mehâz olarak da Türk Yazısı ile yazılmış Elegeş yazıtının 8inci satırındaki KÜRTLKN harflerinden oluşan üç sözcük gösterilmiştir. "KÜRT eL KaN" yânî "Kürt Eli Hanı" şeklinde algılanan bu sözcüklere dayanılarak ileri sürülen bu görüş yanlıştır. Aslında iki kelimeyi oluşturan bu harflerin "KÖRTüL KaN" yânî "Kuvvetli (kudretli, şiddetli) Han" anlamında olduğu âşikârdır." www.tonyukuk.com 'dan ayrıca bknz :Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Şubat 98 112. sayı, sf 231