Kendi dedesine sövmekten zevk alan bazı gafiller döner dolaşır Sultan İbrahim'e sataşırlar. Yok efendim İbrahim Han zincirlik deliymiş de yesin diye balıklara inci, mercan serpermiş de filan...
Balıkların inci mercan yediği nerde görülmüş; yok, zaten yemiyor diyorsanız bunda ne mahzur var? Havuzdan çıkarır kullanırsınız o kadar...
Aslını sorarsanız Şehzade İbrahim iyi yetişir ama kendini sultanlığa hazırlamaz. Zira onun 4. Murad gibi dirayetli maharetli bir kardeşi vardır ve ona hizmet etmeye bakar. Gelgelelim Murad Han genç yaşta vefat edince onu apar topar tahta çıkarmaya kalkarlar. İbrahim Han bir kere ağabeyinin öldüğüne inanmaz, onu 4. Murad'ın naaşına götürür hakikatle yüzleştirirler. Ağabeyinin cesedini görünce yükün omuzlarına çöktüğünü hisseder. Büyük bir teessürle "saltanat benim neyime. Karındaşım gibi olabilir miyim" der.
Yaranamadığı beyler
Sultan İbrahim asırlık geleneğe rağmen o gece cülus merasimi yapmalarına izin vermez. Sabaha kadar Yasin-i şerif okur gözyaşlarıyla dua eder.
Bilirsiniz, 4. Murad, Atlas Okyanusundan, Hint Okyanusuna kadar titretmedik yürek bırakmayan çok müstesna bir sultandır. İşte bu yüzden Sultan İbrahim'i ağabeyisi ile kıyaslayanlar hata ederler. Ancak yeri ve zamanı geldiğinde aynı kanı taşıdığını, aynı tepkileri verdiğini görürler. Mesela, Osmanlı sarayında her melaneti işleyen Emir Güne adlı bir Şah daisini ölöldürtmekten çekinmez. Ardından işretçilere savaş açar, İstanbul'u sarhoştan meyhurdan temizler. İşte bu yüzden bir taraftan acemler, diğer yandan işretçiler hakkında olmadık hikayeler uydurur, akılları sıra onu gözden düşürürler.
Sultan İbrahim "işinin delisi"dir ve her uygulamayı yakından takip eder. Mesela, Bursa'da sebepsiz mesnetsiz bir kilise yıkıldığını öğrenince derhal Vezirazam Kara Mustafa Paşayı çağırır ve sorar:
- Bu karar kimden çıktı lala?
- Bursa kadısının takdiridir efendim.
- Nerden icap etmiş?
- Bir hatadır eylemiş.
- Divana haber vermiş midir?
- Maalesef Efendim.
- Cezası ne olsa gerektir?
- Azli elzemdir.
- Gereği yapılsın. Münasiptir.
Sultan İbrahim haktan adaletten taviz vermez. İcabında Rum'un, Ermeni'nin de hukukunu da gözetir kendi adamlarını cezalandırmaktan çekinmez.
Tebdil-i kıyafet gezer
Bir ara kıtlık pahalılık lafları alıp başını gider. Sultan derhal kıyafet değiştirip halkın arasına girer ve vaziyeti yakinen gözler. Ardından Veziriazamı çağırıp "İstanbul Efendisine (kadıya) ve Muhtesib Ağasına (Belediye başkanına) muhkem söyle, narh ahvaline ziyade tekayyüt (dikkat) etsinler. Gezsinler dolaşsınlar yoksa kendileri bilirler" der.
Osmanlı ordusu silbaştan toparlanır. Yine onun gibi "Deli" diye adlandırılan Kaptan-ı derya Deli Hüseyin Paşa, Azak ve Girit üzerine sefer açar, Hanya'yı fetheder.
Gelgelelim İbrahim Hanı ciddiye almadığı dedikodular bitirir, onu tahttan indirir, boğarak şehid ederler.
Balıkların inci mercan yediği nerde görülmüş; yok, zaten yemiyor diyorsanız bunda ne mahzur var? Havuzdan çıkarır kullanırsınız o kadar...
Aslını sorarsanız Şehzade İbrahim iyi yetişir ama kendini sultanlığa hazırlamaz. Zira onun 4. Murad gibi dirayetli maharetli bir kardeşi vardır ve ona hizmet etmeye bakar. Gelgelelim Murad Han genç yaşta vefat edince onu apar topar tahta çıkarmaya kalkarlar. İbrahim Han bir kere ağabeyinin öldüğüne inanmaz, onu 4. Murad'ın naaşına götürür hakikatle yüzleştirirler. Ağabeyinin cesedini görünce yükün omuzlarına çöktüğünü hisseder. Büyük bir teessürle "saltanat benim neyime. Karındaşım gibi olabilir miyim" der.
Yaranamadığı beyler
Sultan İbrahim asırlık geleneğe rağmen o gece cülus merasimi yapmalarına izin vermez. Sabaha kadar Yasin-i şerif okur gözyaşlarıyla dua eder.
Bilirsiniz, 4. Murad, Atlas Okyanusundan, Hint Okyanusuna kadar titretmedik yürek bırakmayan çok müstesna bir sultandır. İşte bu yüzden Sultan İbrahim'i ağabeyisi ile kıyaslayanlar hata ederler. Ancak yeri ve zamanı geldiğinde aynı kanı taşıdığını, aynı tepkileri verdiğini görürler. Mesela, Osmanlı sarayında her melaneti işleyen Emir Güne adlı bir Şah daisini ölöldürtmekten çekinmez. Ardından işretçilere savaş açar, İstanbul'u sarhoştan meyhurdan temizler. İşte bu yüzden bir taraftan acemler, diğer yandan işretçiler hakkında olmadık hikayeler uydurur, akılları sıra onu gözden düşürürler.
Sultan İbrahim "işinin delisi"dir ve her uygulamayı yakından takip eder. Mesela, Bursa'da sebepsiz mesnetsiz bir kilise yıkıldığını öğrenince derhal Vezirazam Kara Mustafa Paşayı çağırır ve sorar:
- Bu karar kimden çıktı lala?
- Bursa kadısının takdiridir efendim.
- Nerden icap etmiş?
- Bir hatadır eylemiş.
- Divana haber vermiş midir?
- Maalesef Efendim.
- Cezası ne olsa gerektir?
- Azli elzemdir.
- Gereği yapılsın. Münasiptir.
Sultan İbrahim haktan adaletten taviz vermez. İcabında Rum'un, Ermeni'nin de hukukunu da gözetir kendi adamlarını cezalandırmaktan çekinmez.
Tebdil-i kıyafet gezer
Bir ara kıtlık pahalılık lafları alıp başını gider. Sultan derhal kıyafet değiştirip halkın arasına girer ve vaziyeti yakinen gözler. Ardından Veziriazamı çağırıp "İstanbul Efendisine (kadıya) ve Muhtesib Ağasına (Belediye başkanına) muhkem söyle, narh ahvaline ziyade tekayyüt (dikkat) etsinler. Gezsinler dolaşsınlar yoksa kendileri bilirler" der.
Osmanlı ordusu silbaştan toparlanır. Yine onun gibi "Deli" diye adlandırılan Kaptan-ı derya Deli Hüseyin Paşa, Azak ve Girit üzerine sefer açar, Hanya'yı fetheder.
Gelgelelim İbrahim Hanı ciddiye almadığı dedikodular bitirir, onu tahttan indirir, boğarak şehid ederler.