Osmanlının genişlediği yıllar... Türkler nazlı hilali Midilli burçlarına asar, kalenin muhafazası için üç beş yiğit bırakırlar. Ay, yıl dediğiniz nedir ki, zaman su gibi akar. Rumlar işine bakar, Türkler hisarda paslanırlar. Cenk eri değil mi oturmaktan bunalır, sıkıntıdan patlamalı olurlar. Sultan Fatih, onların kaleye kapanıp kalmasını uygun bulmaz "Erlerim, Rum kızlarından beğendiklerini alalar, hem akraba olalar, hem de İslamı anlatalar" tarzında bir emirname yollar.
İşte Vardar Yenicesi'nden sefere katılan Gazi Yakub da güzelce bir dilberle yuvasını kurar. Çok geçmeden hanım ablamız eline tesbihini alır, başına tülbentini bağlar. Ağzı dualı bir Anadolu kadını olur çıkar. Hem elinden geldiğince İslamı yaşar hem de eşine dostuna anlatmaya çabalar. Hepsi bir yana İshak, Oruç, Hızır (Barbaros Hayreddin) ve İlyas gibi 4 mücahid yetiştirir ki Osmanlılar onlarla Tunus'a, Cezayir'e uzanırlar.
Derya çağırınca
Bunlardan İshak, ağır kamil bir gençtir, nitekim Midilli'ye yerleşip bir dükkan açar. Gelgelelim Oruç ve Hızır, birer deniz sevdalısıdırlar. Borç harç birer tekne yaptırır, deryaya çıkarlar. Hızır genellikle Selanik ve Eğriboz taraflarına takılır, Oruç ise İskenderiye dolaylarını turlar. Zeytin götürüp, tahıl getirir, kendilerince ticaret yaparlar.
İşte Şam Trablusu'ndan döndükleri günlerden birinde Rodoslu korsanların saldırısına uğrarlar. Ellerini kılıçlarına atarlar ama ne fayda. İlyas şehid düşer, Oruç'u zincire vururlar.
Hızır Reis ağabeyini kurtarmak için sağdan soldan bin altın borç eder ve bir kafire verip Rodos'a yollar. Bu adam Oruç'la görüşmeyi başarır ama Reis "al bu parayı geri götür" der "kardaşım borç altında kalmasın. Ben bu işi çok ucuza kapatacağım."
Zira onun Rodoslular arasında Sunturoğlu adında bir ahbabı vardır eğer Sunturoğlu kendisini satın alabilirse işi kolaydır. İnceden planlar yapar uygulamaya geçerler. Sunturuoğlu korsanlarla muhabbet ederken güya Oruç Reis'in işi o yana düşer. Sunturoğlu iş olsun gibilerinden "şunu bana satsana" diye laf atar. Kaptan "neden olmasın" der "25 bin akçeye el sıkışırlar". Ancak Oruç reisin üzerinde payı olan diğer kaptan bin altınla dolanan Rumun kokusunu almıştır. Arkadaşının önüne 12 bin beşyüz akçeyi atıp "al payını aradan çekil" der. Artık Oruç reis bu zalimin malı olur. Körolasıca korsan Oruç Reisin ayağındaki prangayla yetinmez, boynuna demir bukağılar vurdurur ve yer altında bir mahzene atar. Atar ama ne Rum'dan ne de altınlardan haber çıkmaz. Sırf kardeşlerinin kulağına gitsin diye meydan yerinde falakaya yatırır, sırtında deyekler kırar, yüzünde kırbaçlar paralar. Oruç Reis küflü mahzenlerde gücü herşeye yeten Allahü tealaya sığınır, O'nun (Celle celalüh) zikri ile kuş gibi ferahlar.
Prangadan kurtulunca
Şehzade Korkut'un güzelce bir adeti vardır. O, her yıl mutemedini Rodos'a yollar, Türk esirlerini satın alıp hürriyetlerini bağışlar. O sene de 40 adam toplar ki Oruç dahi aralarında bulunmaktadır. Anlaşmaya göre Rodoslular esirleri Antalya civarında emin bir sahile bırakacak, kelle sayıp paralarını alacaklardır.
Yolda gemiciler Oruç Reis'e takılır, "gel Hiristiyan ol. Bak Muhammed senin imdadına yetişemiyor" diye alaya alırlar. O "siz gelin Müslüman olun" der "bu putcağızların kendilerine hayrı yok, kaldırın denize atın." Kaptan bu söze çok kızar, onu küreğe çakar. O gece deniz birden kabarır. Gemiciler yelken ve halatlarla o kadar uğraşırlar ki gün ağarmalı olduğunda uyuya kalırlar. Oruç Reis Antalya yakınlarında olduklarını hisseder, zincirlerini koparıp suya atlar. Zor olur ama sahile ulaşır, bir Türk köyüne varır. Yaşlı bir kadıncağız ona sıcak bir çorba yapar, konu komşu gömlek kaftan bulurlar. Ertesi gün Rodosluları bulup karşılarına çıkar. Şovalyeler merakla sorarlar : O zincirleri demirciler kesemiyordu, sen nasıl kopardın?
-Efendimiz Aleyhisselatü vesselam yardımıma geldi. Söyleyin o kaptana kırk zincir de vursa Türkü tutamaz. Zira bizim adı güzel Muhammed gibi şefaatçimiz var.
Kaptan hasis bir adamdır, tek kuruşun hesabını yapar. Oruç Reis'i satamadığı bir yana, ortağına verdiği 12 bin 500 akçe içine oturur. Hele Hızır Reis "biz onun için bin altını hazır etmiştik" diye haber yollayınca büsbütün kudurur, üzüntüsünden helak olur.
El mi yaman bey mi?
Oruç Reis uğraşır didinir kendine yeni bir tekne edinir. Ancak artık zeytin buğday ticareti yapmaz, kılıcını kınından çıkarır, Rodos'ta basmadık köy, yakmadık tekne bırakmaz. Ganimet aldıkça güçlenir, şovalye bozuntuları limandan çıkamaz olurlar. Halk o kadar ağlar sızlar ki Vali Grand Mastor 6 parçalık bir donanma hazırlar ama Oruç'u kıstıramaz. Aksine o Şehzade Korkut'un desteğini alır ve askeri gemileri vurmaya başlar. Foça'dan iki tekneyle çıkar dört tekneyle döner. Dört gemiyle çıkar sekiz olurlar, bu sayı katlana katlana artar. Onun malda mülkde gözü yoktur topladığı ganimeti getirip fukaraya dağıtır. Gariplerin kapısına arşınlarca kumaş, çuvallarla erzak bırakır. Ancak Şehzade Korkut, kardeşi Selim'e yenilince "Korkutçu" diye damgalanmaktan korkar. Ortalıkta görünmemeye bakar. Ama Sultan Selim "varın işinize bakın" diye haber yollar "deryayı küffara bırakmayın!"
Denileni yapar, onları deryada dolandırmaz olurlar.
İşte Vardar Yenicesi'nden sefere katılan Gazi Yakub da güzelce bir dilberle yuvasını kurar. Çok geçmeden hanım ablamız eline tesbihini alır, başına tülbentini bağlar. Ağzı dualı bir Anadolu kadını olur çıkar. Hem elinden geldiğince İslamı yaşar hem de eşine dostuna anlatmaya çabalar. Hepsi bir yana İshak, Oruç, Hızır (Barbaros Hayreddin) ve İlyas gibi 4 mücahid yetiştirir ki Osmanlılar onlarla Tunus'a, Cezayir'e uzanırlar.
Derya çağırınca
Bunlardan İshak, ağır kamil bir gençtir, nitekim Midilli'ye yerleşip bir dükkan açar. Gelgelelim Oruç ve Hızır, birer deniz sevdalısıdırlar. Borç harç birer tekne yaptırır, deryaya çıkarlar. Hızır genellikle Selanik ve Eğriboz taraflarına takılır, Oruç ise İskenderiye dolaylarını turlar. Zeytin götürüp, tahıl getirir, kendilerince ticaret yaparlar.
İşte Şam Trablusu'ndan döndükleri günlerden birinde Rodoslu korsanların saldırısına uğrarlar. Ellerini kılıçlarına atarlar ama ne fayda. İlyas şehid düşer, Oruç'u zincire vururlar.
Hızır Reis ağabeyini kurtarmak için sağdan soldan bin altın borç eder ve bir kafire verip Rodos'a yollar. Bu adam Oruç'la görüşmeyi başarır ama Reis "al bu parayı geri götür" der "kardaşım borç altında kalmasın. Ben bu işi çok ucuza kapatacağım."
Zira onun Rodoslular arasında Sunturoğlu adında bir ahbabı vardır eğer Sunturoğlu kendisini satın alabilirse işi kolaydır. İnceden planlar yapar uygulamaya geçerler. Sunturuoğlu korsanlarla muhabbet ederken güya Oruç Reis'in işi o yana düşer. Sunturoğlu iş olsun gibilerinden "şunu bana satsana" diye laf atar. Kaptan "neden olmasın" der "25 bin akçeye el sıkışırlar". Ancak Oruç reisin üzerinde payı olan diğer kaptan bin altınla dolanan Rumun kokusunu almıştır. Arkadaşının önüne 12 bin beşyüz akçeyi atıp "al payını aradan çekil" der. Artık Oruç reis bu zalimin malı olur. Körolasıca korsan Oruç Reisin ayağındaki prangayla yetinmez, boynuna demir bukağılar vurdurur ve yer altında bir mahzene atar. Atar ama ne Rum'dan ne de altınlardan haber çıkmaz. Sırf kardeşlerinin kulağına gitsin diye meydan yerinde falakaya yatırır, sırtında deyekler kırar, yüzünde kırbaçlar paralar. Oruç Reis küflü mahzenlerde gücü herşeye yeten Allahü tealaya sığınır, O'nun (Celle celalüh) zikri ile kuş gibi ferahlar.
Prangadan kurtulunca
Şehzade Korkut'un güzelce bir adeti vardır. O, her yıl mutemedini Rodos'a yollar, Türk esirlerini satın alıp hürriyetlerini bağışlar. O sene de 40 adam toplar ki Oruç dahi aralarında bulunmaktadır. Anlaşmaya göre Rodoslular esirleri Antalya civarında emin bir sahile bırakacak, kelle sayıp paralarını alacaklardır.
Yolda gemiciler Oruç Reis'e takılır, "gel Hiristiyan ol. Bak Muhammed senin imdadına yetişemiyor" diye alaya alırlar. O "siz gelin Müslüman olun" der "bu putcağızların kendilerine hayrı yok, kaldırın denize atın." Kaptan bu söze çok kızar, onu küreğe çakar. O gece deniz birden kabarır. Gemiciler yelken ve halatlarla o kadar uğraşırlar ki gün ağarmalı olduğunda uyuya kalırlar. Oruç Reis Antalya yakınlarında olduklarını hisseder, zincirlerini koparıp suya atlar. Zor olur ama sahile ulaşır, bir Türk köyüne varır. Yaşlı bir kadıncağız ona sıcak bir çorba yapar, konu komşu gömlek kaftan bulurlar. Ertesi gün Rodosluları bulup karşılarına çıkar. Şovalyeler merakla sorarlar : O zincirleri demirciler kesemiyordu, sen nasıl kopardın?
-Efendimiz Aleyhisselatü vesselam yardımıma geldi. Söyleyin o kaptana kırk zincir de vursa Türkü tutamaz. Zira bizim adı güzel Muhammed gibi şefaatçimiz var.
Kaptan hasis bir adamdır, tek kuruşun hesabını yapar. Oruç Reis'i satamadığı bir yana, ortağına verdiği 12 bin 500 akçe içine oturur. Hele Hızır Reis "biz onun için bin altını hazır etmiştik" diye haber yollayınca büsbütün kudurur, üzüntüsünden helak olur.
El mi yaman bey mi?
Oruç Reis uğraşır didinir kendine yeni bir tekne edinir. Ancak artık zeytin buğday ticareti yapmaz, kılıcını kınından çıkarır, Rodos'ta basmadık köy, yakmadık tekne bırakmaz. Ganimet aldıkça güçlenir, şovalye bozuntuları limandan çıkamaz olurlar. Halk o kadar ağlar sızlar ki Vali Grand Mastor 6 parçalık bir donanma hazırlar ama Oruç'u kıstıramaz. Aksine o Şehzade Korkut'un desteğini alır ve askeri gemileri vurmaya başlar. Foça'dan iki tekneyle çıkar dört tekneyle döner. Dört gemiyle çıkar sekiz olurlar, bu sayı katlana katlana artar. Onun malda mülkde gözü yoktur topladığı ganimeti getirip fukaraya dağıtır. Gariplerin kapısına arşınlarca kumaş, çuvallarla erzak bırakır. Ancak Şehzade Korkut, kardeşi Selim'e yenilince "Korkutçu" diye damgalanmaktan korkar. Ortalıkta görünmemeye bakar. Ama Sultan Selim "varın işinize bakın" diye haber yollar "deryayı küffara bırakmayın!"
Denileni yapar, onları deryada dolandırmaz olurlar.