" target="_blank"> TARİH KURDU: ATATÜRK DİN DÜŞMANIMIDIR?

Sponsorlu Bağlantı

30 Kasım 2013 Cumartesi

ATATÜRK DİN DÜŞMANIMIDIR?

M Kemal Hayatın Sonu Sıfırdır

Salı, 10 Tem 2012
Aslı olmadığı halde çok yaygın şekilde konuşulduğundan gerçek olduğu zannedilen rivayetler için “şehir efsanesi” tabiri kullanılır.
Bunlardan biri Çanakkale için söz konusu.
M. Kemal’in, Çanakkale’de “Taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” dediği askerlerin şehit olmaya koşarken çizdikleri tabloları tasvir ederken kullandığı ifadelerin gerçek anlamını öğrenmek açısından bu konu çok önemli.
Bilindiği gibi, o meşhur ifadeler Çanakkale zaferinin yıldönümü haftalarına tekabül eden Cuma hutbelerinde dahi sık sık tekrarlanıyor.
Böylece gencecik askerlerimizin şehitliğe nasıl bir şevkle koştukları, komutanlarının ifadesiyle anlatılmış; şehitlerin o halet-i ruhiyesinden M. Kemal’e de, onu dindar gösterme projesine uygun bir profil çıkarılmış oluyor.
Buna karşılık, M. Kemal’in, aynı gözlemlerini, Avrupa günlerinden gönül ilişkisi içinde olduğu Madam Corinne’e cepheden yazdığı mektuplarda çok farklı bir anlayış ve üslûpla yansıttığını görüyoruz.
İşte 6.5.1916 tarihli bir mektuptan satırlar:
“Askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka, hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor.
“Filhakika, onlara göre iki semavî netice mümkün. Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir, bilir misiniz? Dosdoğru Cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzularına tâbi olacaklar.”
Askerlerinin şehitlik arzusunu “bir an önce hurilere kavuşma arzusu” ile açıklayan M. Kemal, kendi tercihini ise şöyle ifade ediyor:
“Ölümden sonraki hayalî rahata kavuşmak için Allah’ımızın Cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim…” (Sabah, 26.3.02)
O dehşetli savaş ortamında askerlerini emirle ölüme gönderirken kendi düşünce ve tercihini sırdaşı bir hanıma, inançlarla istihza yüklü ifadelerle böyle açığa vuran bu satırlar, aslında gerçekteki M. Kemal portresiyle de örtüşüyor.
Ve o portre, M. Kemal’in, ölümünden bir yıl önce Romanya Dışişleri Bakanı ile sohbet ederken söylediği şu sözlerde kendisini gösteriyor:
“Kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı herşeyi kara görüyordu. ‘Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki muvakkat ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz’ diyorlardı. Başka kitaplar okudum. Bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: ‘Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve şatır olalım.’ Ben kendi karakterim itibarıyla ikinci hayat telâkkisini tercih ediyorum.” (Afet İnan, M.B ve Atatürk’ün El Yazıları, s. 16 veya Ulus Gazetesi, 20 Mart 1937)
Hayat felsefesini tamamen filozofların yorumlarına göre şekillendiren ve onlardan aldığı tesirle hayatın sonunu “sıfır” olarak gören bir kişinin bu sözleri herşeyi açıkça anlatmıyor mu?
Ahirete inanan bir insan, hayatın sonunu sıfır ve hiçlik olarak görür; “Madem sonu sıfırla bitecek, öyleyse bu hayatı olabildiğince şen ve şatır yaşayalım” diye düşünür; şehit olma iştiyakıyla ölüme koşan gencecik askerlerin bu psikolojisini bir an önce hurilerle buluşma arzusuyla açıklayıp alay eder ve ölümden sonraki Cennet hayatı için “hayalî rahat” ifadesini kullanır mı?
Yine M. Kemal’in, “Biz ilhamımızı gökten indiği sanılan kitaplardan değil, hayatın gerçeklerinden alıyoruz” sözü, bu portreyi tamamlıyor.
Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere semavî kitaplar hakkındaki düşüncesini “gökten indiği sanılan” ifadesiyle açığa vuran bir kişinin, ölüm sonrasına ilişkin kanaatinin de böyle olmasında şaşılacak birşey var mı?
Bu konulardaki gerçek düşüncelerini milletin önünde açıkça dile getirmekten kaçınması, hattâ birçok beyanında tam tersi yönde fikirler ifade etmesi normal. Çünkü o bir siyaset adamı.
Yönlendirmek ve yeniden şekillendirmek istediği toplumla kendisini karşı karşıya getirecek çıkışlar yapmak, akılcı bir siyasetle bağdaşmaz.
Ama icraatlarının, gizli tutmaya çalıştığı gerçek fikirleri istikametinde olduğu da bir vâkıa.
Kazım Güleçyüz, Yeni Asya (14.12.2011)

İSLÂM I YIKMA PLANLARI

Pazar, 29 Nis 2012
Islâm’i yok etme gayesini güden ve iki asir devam eden, ilk haçli seferleri basarisizliga ugradiktan sonra, Islâm’i imha keyfiyetini yeniden gündeme getiren batililar, iki asirdan beri, bu konuyu derinlemesine incelemeye ve Islâm’i ve müslümanlari ezmek için kuvvetlerini bir araya getirmeye basladilar. Bu gayeyle garbin attigi adimlar sunlardir:
1- Hilâfet’i temsil eden Osmanli Devleti’ni yikmak suretiyle Islâmî idareye son vermek.
Osmanli idaresinin, son zamanlarda, Islâmî ruhtan uzaklasmasina ve hilâfet’in seklî bir hilâfet olmasina ragmen, düsmanlar bu seklî hilâfetin hakiki hilâfete dönüsmesinden ve kendilerini tehdit eden bir tehlike haline gelmesinden korkuyorlardi. Birinci Dünya Savasin-da, Osmanlilarin müttefiki olan Almanya’nin yenilmesiyle, birbuçuk asirdir batinin bekledigi altin firsat ortaya çikti.
Ingiliz, Yunan, Italyan ve Fransiz askerleri hilâfet makarri Istanbul da dahil olmak üzere Osmanli topraklarini istila ettiler. Türk Istiklâl Harbi’nin sonunda, Lozan’da taraflarin anlasmasi için görüsmeler basladigi zaman, Ingiltere anlasmaya varilmasi için kendisinin birtakim sartlari oldugunu ve bu sartlar kabul edilmedigi takdirde askerini çekmeyecegini bildirdi.
Böylece M. Kemal, Ingilizlerin bütün isteklerini kabul ederek Lozan ihanet antlasmasini imzaladi.
2- Kur’an-i Kerim’in vücûduna son vermek.
Daha evvel belirtigimiz gibi onlar, Kur’an’i müslümanlarin esas kuvvet kaynagi olarak biliyorlar ve Kur’an müslümanlarin ellerinde oldugu müddetçe müslümanlarin tekrar kuvvetlenecegine ve medeniyetlerine kavusacaklarina inaniyorlar ve ona göre hareket ediyorlar.
a) William Gifford isimli misyoner: “Ne zaman ki Kâbe ve Kur’an arab ülkelerinden kaldirilir, iste o zaman Arablarin Muhammed ve kitabindan uzak bir halde, garb medeniyeti yolunda ilerlediklerini görmek mümkün olur.”
b) Misyoner Takly : “Islâm’i tamamen yok etmek için Islâm’in en muteber silâhi olan Kur’an’i Islâm’a karsi kullanmamiz gerekir. Kur’an’daki dogrularin yeni olmadigini, yenilerin de dogru olmadigini müslümanlara açiklamamiz gerekir.”
c) Cezâyir’in istilasinin üzerinden yüz sene geçmesi münasebediyle bir Fransiz hâkimi Cezâyir’de sunu söylüyor: “Kur’an’i aralarindan kaldirmaliyiz. Müslümanlari yenebilmemiz için arapça lisanini yasaklayip söküp atmaliyiz.”
Bu mesaj Fransa’da garip bir hadiseye sebep oldu. Söyle ki: Fransa Cezayirli gençlerin gönlünden Kur’an’in tesirini kaldirmak maksadiyla bir deney baslatti. Cezâyir’den on tane müslüman genç kizi alarak Fransa’ya getirdiler, Fransiz okullarina soktular, Fransiz elbisesi giydirdiler, Fransiz kültürünü telkin ettiler, Fransizcayi ögrettiler. Kizlar tamamen Fransizlara benzer oldular. Aradan onbir sene geçtikten sonra bu kizlari Fransizlastirdiklarini göstermek için bir tören düzenlediler. Törene bakanlar, mütefekkirler ve gazeteciler davet edildi. Tören basladiginda bütün davetliler, hiç beklemedikleri bir manzara ile karsi karsiya geldiler. Fransizlastiklari söylenen Cezâyirli kizlar salona Cezâyir’in Islâmî kiyafetiyle girmislerdi. Fransiz gazetecileri ayaga kalkti: “128 senedir Fransa Cezâyir’de ne yapti öyleyse?” Fransiz müstemlekeler bakani Lachost cevap verdi: “KUR’AN FRANSA’DAN DAHA KUVVETLI ISE BEN NE YAPAYIM.”
3- Müslümanlarin ahlakini bozmak, zihinlerini karistirmak, dinleriyle olan alâkayi zayiflatmak ve arzulariyla oyalamak.
a) Marmadick Bacticl diyor ki: “Müslümanlarin mâzide oldugu gibi su anda da ayni sür’atle medeniyetlerini yaymalari mümkündür. Bu ise ancak o zamanki ahlâk ile ahlâklanirlarsa, mâzideki ahlâklarina geri dönerlerse mümkündür. Çünkü bu kof âlem o canli medeniyet ruhunun önünde duramaz.”
b) 1935 senesinde Kudüs’te toplanan misyonerler konferansinda Misyonerlerin reisi Samoul Zouimer söyle hitap ediyordu:
“Hristiyan devletlerinin size verdigi misyonerlik göreviniz Islâm Âlemi’ndeki müslümanlari hristiyanlik dinine sokmaniz degildir. Sizin vazifeniz, müslümani Islâm’dan uzaklastirip Allah’i tanimaz bir mahlûk hâline getirmeniz, daha sonra da bu milletleri ayakta tutan ahlâktan onlari koparmanizdir. Eger bunda muvaffak olursaniz Islâm memleketlerine yöneltilen sömürgenin fetih karakollarini teskil ettirmis olursunuz. Sevketmeye çalistiginiz yolda yürümeleri için Islâm memleketlerindeki bütün kafalari buna hazirlamamiz gerekir. Bu ise müslümani dininden çikarmaktan baska bir yolla mümkün degildir.
Ey misyonerler. Ancak müslümani bu hale getirdiginiz zaman vazifeniz basarili bir sekilde tamamlanmis olur.”
c) Müslümanin ahlâk ve sahsiyetinin bozulmasinda en etkin yol olarak, din disi tedrisat ve tâlimatin yayilmasini öngörüyorlar.
I- Misyoner Takly diyor ki:
“Islâm ülkelerini Avrupa usûlü din disi okullarin insasina tesvik etmemiz gerekir. Çünkü yabanci lisan ögrenip Avrupaî okullarin kitaplarini okuyan müslümanlardan çogunun Kur’an’a ve Islâm’a olan itikatlari sarsildi.”
II- Yine zouimer söylüyor:
“Mademki müslümanlar hristiyan okullarindan nefret ediyorlar, öyleyse onlara dinden uzak okullar açalim ve bu okullara girisi kolaylastiralim. Çünkü bu okullar talebelerin Islamî ruhlarini öldürmekte bize yardim edeceklerdir.”
III- Gibb diyor ki: “Islâm, müslümanlarin içtimaî hayatlarina olan tesirini kaybetti. Nüfuz dâiresi gittikçe daraldi. Hatta mahdut bir çevreye münhasir kaldi. Bu gelismenin büyük bir kismi kendiliginden, farkina varilmaksizin tamamlandi ve büyük mesâfeler katedildi. Artik geri dönmek mümkün degildir. Bu basariya Islâm Âlemi’ndeki batililasmis liderler ve özellikle gençler vasitasiyla ulasilmistir.”
“Bunlarin hepsi tâkip edilen ögretim sistemi ve din disi kültürün neticesidir.”
4- Islâm birligini yikmak.
a) Papa Simon diyor ki: “Islâm birligi müslüman milletlerin fikrî beraberligini saglar ve onlarin, Avrupa’nin hegemonyasindan kurtulmasini temin eder. Bu hareketin kuvvetini kirmak için, en etkili yol misyonerliktir. Binâenaleyh, müslümanlari Islâm birligine yönelmekten alikoyup, onlari baska seylerle oyalamamiz lâzimdir.”
b) Misyoner Lawrance Brawne söyle diyor: “Eger müslümanlar bir Islâm imparatorlugunda birlesirlerse, bu onlar için kurtulus, bati için de bir lânetlenecek olay ve felâket olur. Eger parça parça kalirlarsa, o zaman agirliksiz ve tesirsiz olarak hayat sürerler.” Sözünü söyle tamamliyor: “Müslümanlarin kuvvetsiz ve tesirsiz olarak kalmalari için birlesmemeleri ve ayri ayri, parça parça kalmalari gerekir.”
c) Arnold Twenbi “Islâm, Bati ve Istikbâl” isimli kitabinda söyle yaziyor:
“Islâm birligi uykudadir. Bize düsen, bu âlemin bir gün uykudan uyanabilecegini hesaba katarak gerekli tedbirleri almaktir.”
d) Bu hususta bildirmemiz gerekenlerin en önemlisi ise asagidaki:
1907 senesinde Ingildere hariciye bakani baskanliginda toplanan, Avrupa’nin en ünlü adamlari ve mütefekkirlerinin katildigi büyük bir kongrede açis konusmasini yapan baskan söyle diyordu:
“Avrupa medeniyeti çözülme ve ortadan kaybolma tehlikesiyle karsi karsiyadir. Bizim bu kongredeki vazifemiz, medeniyetimizi çöküsten kurtaracak en etkin yolu arayip bulmaktir.”
Bu kongrenin çalisma ve tartismalari bir ay devam etti. Delegeler sönmekte olan garb medeniyetini tehdit eden haricî tehlikeleri arastirdilar ve sonunda Avrupa’yi tehdit eden tehlikelerin en büyügü olarak müslümanligi buldular. Bütün delegeler Orta Dogu’da ortaya çikabilecek bir Islâmî ittifak ve birligin her ne sekilde olursa olsun, önüne geçilmeli ve Avrupa’nin istikbâli için yegâne tehlike olan böyle bir birligi saglamaya yönelik gayretlerin etkisiz hâle getirilmesi için bir plân hazirlamaya ve sonuç olarak Arablarin daginik halde kalmalarini saglamak için Süveys Kanali’nin dogusunda, Arablara karsi bati kavmiyetçiligini tesise karar verdiler. Böylece Ingildere, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasini isteyen “Dünya Siyonizmi” ile olan anlasma ve yardimlasma prensiplerini gelistirip, kuvvetlendirdi.
5- Müslümanlari dinlerinde süpheye düsürmek.
“Müslüman ve Hristiyan Âlemleri kongresi” isimli kitabin müellifi olan misyoner sunlari yaziyor:
“Müslümanlar, Islâm’in bütün içtimaî ihtiyaçlara cevap verdigini iddia ediyorlar. Öyleyse, Islâm’a psikolojik ve fikrî silahlarla karsi koymak biz misyonerlerin en önemli vazifelerinden biridir.”
Islâm ile ilgilenen müstesrikler bu fikir dogrultusunda hareket eder, Islâm’i tenkid edici, ilkeleri hakkinda süphe uyandirici ve Peygamberimizle istihza edici kitaplar yazip bastirdilar.
6- Islâm Âlemi’nde siyasî diktatörlükler kurmak.
Amerikali müstesrik ve ayni zamanda Amerika’nin Pakistan isleri yetkilisi V. K. Smith diyor ki:
“Eger Islâm Âlemi’nde, müslümanlara, demokratik düzenler içinde hürriyet verilirse, Islâmiyet orada tekrar canlanir. Müslümanlarla dinleri arasina girmek için oralarda diktatörlükler kurmaktan baska yol yoktur.”
Times mecmuasi yazi isleri müdürü “Asya Seferi” isimli yazisinda, Amerika Hükûmet’ine, Islâm’in tekrar içtimaî plânda etkili olmamasi için Islâm beldelerinde askerî diktatörlükler kurmasini ve böylece garbin sömürü ve medeniyetini muhafaza etmesini tavsiye ediyor.
Bununla beraber batililar bu milletlere, uyanmamalari için bazi serbestiler ve rahatlik devirleri vermeyi de unutmuyorlar.
“Üzerlerine yagdirdigimiz belâ ve musibetlere ragmen, ezilmislerin zihinlerinde bizim için tehlikeli olan fikirler hâlâ mevcudiyetini korumaktadir. Musîbetler ve felâketler, onlari düsünce ve fikirlerinden koparamamistir.”
7- Islâm Âlemi’ndeki etkin müslüman liderlerin insiyatifi ele alip, Islâmî bir kalkinma yapmasina mâni olmak için gayret sarfetmek ve bu liderleri idâreden uzaklastirmak.
a) Ingiliz müstesrik Monto Gomry, Londra’da çikan Times gazetesinde 1968 yilinda sunlari yazdi: “Eger Islâm’dan hakkiyla bahseden gerçek bir müslüman lider ortaya çikarsa, Islâm Âlemi’nin, dünyada etkinligi olan, büyük siyasî kuvvetlerden birisi olarak, tekrar meydana çikmasi mümkündür.”
b) Gibb diyor ki: “Islâmî hareketler, derinden, saglam adimlarla, sasirtici ve dehset verici bir sekilde gelisiyor. Bu hareketler, bir gün siyâsî gözlemcilerimizin isâretlerini dahi tesbit etmesine firsat kalmadan ansizin patlak verecektir.
Bu patlama hareketinin gecikmesi, Islâm âlemi’nin etkin bir liderden yoksun bulunmasindan, yeni bir Selahaddin-i Eyyubi’nin henüz ortaya çikmamis olmasindan gelmektedir.”
c) Lavrens söyle diyor: “Sûriye’yi dolasip, Mekke’ye gitmek üzere yola çiktigim zaman, yol süresince uzun uzun düsünmeye basladim. Kendi kendime söyle soruyordum, diyordum ki; acaba bir gün gelir de, bunlar din kardesligini ve din etkinligini birakip, irkçiliga kayarlar mi? Böylesi bir düsünce daha baskin gelir mi? Vatan sevgisi acaba din sevgisinin yerini alabilir mi? Vahiy ve ilham kaynagina dayanan bir siyaset, yerini milliyetçilik ve vatan severlige mi birakacak? Iste Hacc yolu boyunca tüm bu düsünceler beni mesgul edip durdu.”
Iste size aktarmis oldugumuz bu bilgiler, kimi eski batililara ait ve kimisi de yenilerine ait görüslerdir. Bunlar arasinda degisik ihtisas sahibi olanlar bulunmaktadir. Tarihçileri, müstesriki (oryantalisti), siyaset adami ve daha baskalari yer almaktadir.
Bu arada sunu ögrenmekteyiz, batililar ve batili komünistler müslümanlar ve Islâm ile ilgili birçok hususlarda gerçekten bilgi sahibi bulunmaktadirlar.
Gerçekte bir batilinin, Islâm esaslari üzerinde kurulmus olan bir devleti ayakta görmeye tahammülü yoktur. Onun bunu hazmetmesi mümkün degildir. Tüm Islâm dünyasini içerecek sekilde bir Islâm devletinin kurulmasi bir tarafa, onun bir tek Islâmî partiye bile tahammülü yoktur. Böyle bir partinin Islâmî esaslar üzere harekete geçmesine bile o dayanamaz, istemez.
Zira batilinin düsüncesi, hissi, duygulari, kültürü ve onun tarihi gelisimi kesinlikle böylesi bir Islâm çalismasina izin veremez, bunu müsamaha ile karsilayamaz.
Gerçekte batili kapitalistler, bir Islâm hükümetinin veya devletinin kurulmasina hiç tahammül etmezler. Onlara göre böyle bir hükümetin yerine komünist bir hükümetin kurulmasi çok daha iyidir.
Batili komünist söyle düsünür, Islâm bölgelerinin özgürlüge kavusmasini isterler, böyle bir istegi tasimakla birlikte, bunu sadece sömürülme noktasindan bir özgürlük olarak düsünürler. Temelde bir Islâm hükümetinin kurulmasini kendileri de istemezler. Istedikleri tek sey, kendilerinin denetiminde olabilecek bir özgürlük…
Batililar binlerce kez, tek istekte bulunur, o da, Islâm bölgelerinin sürekli bir sömürge halinde olmasi… Onlarca tüm yönleriyle ve teskilatlariyla uygulanmakta olan bir Islâm yerine, müstemleke halinde devam eden bir Islâm beldesi… Iste bizim hiç bir vakit aklimizdan çikarmamamiz gereken bir nokta, hiç unutmamamiz icabeden bir durum.
Nitekim Rabbimiz bizleri uyariyor:
“Allah’in nizamini inkâr ile küfre sapanlar hep birbirlerinin dostlaridirlar. Eger siz (mü’minler) bu dostlugu kurmazsaniz, yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk olur.” (Enfal sûresi, âyet: 73)
Kâfirlerin hepsi her alanda bizim düsmanlarimizdirlar. Nitekim bunun böyle oldugunu Rabbimiz bildiriyor: “Onlarin gücü yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar, sizinle savasmayi sürdürürler.” (Bakara / 217)
Simdi de bir diger âyet meâli: “Sen onlarin inanç ve sistemlerini kabullenmedigin sürece, ne Yahudiler ve ne de Hristiyanlar senden hosnut olmayacaklar.” (Bakara / 120)
Simdi sana bunlara ayri ayri tanik göstermem gerekmez. Zira dünyada hemen hergün bu olaylar senin gözlerinin önünde cereyan edip-durmaktadir.
ÇAGRI
Bu Ümmetin samimi ferdlerine,
Âlem-i Islâm’in dört kösesindeki bütün Müslüman liderlere,
Düsmanlarimiz diyor ki:
Müslümanlara hâkim olabilmek için onlarin tek dayanagi, tek kaynagi olan Islâm’i yikmaliyiz. Bizi korkutan Islâm’i, yok edebilmek için bütün kuvvetlerimizi toplamaliyiz. Aksi takdirde o bizi yutacak, eritecektir.
Sizler ne yapiyorsunuz ey Müslüman liderler?
Neden tereddüt ediyorsunuz?.. Siz “Islâm sâyesinde bütün âleme hâkim olabilirsiniz.”
Izzet ve serefiniz için sarilin Islâm’a. Dininizin emirlerine karsi gelmeyin. Eger kendisine karsi gelirseniz Allah (c.c.) sizi azâbiyla helâk eder. O’na inanip, Kitab’ina sarilanlar mutlaka galip gelecek, kazanacaktir.
Resulullah (s.a.v.)’in buyrugunu beraber okuyalim:
“Allah’in (c.c.) diledigi vakte kadar nübüvvet devam eder ve onun takdir ettigi vakitte sona erer. Sonra Peygamberlik metodu üzere Hilâfet-i Râside (Hulefâ-i Rasidîn) devri baslar ve Allah’in (c.c.) murad ettigi müddet kadar sürdükten sonra o devir de biter. Ondan sonra verâset usûlü meliklik devri baslar. Allah’in (c.c.) diledigi vakte kadar devam ettikten sonra nihâyet bulur. Daha sonra da diktatörlük devri baslar. O da Allah’in (c.c.) murâd ettigi zamana kadar devam ettikten sonra sona erer. SONRA BÜTÜN YERYÜZÜNÜ KAPLAYAN, PEYGAMBERLIK METODU ÜZERE, DÖRTBASI MÂMUR HILÂFET DEVRI GELIR.”
Ey Islâm devletlerindeki idâreciler ve liderler,
Islâm’in yardimcilari olun, düsmanlari degil. Yardimcilari olun ki Allah (c.c.) sizden razi olsun, insanlar sizden razi olsun ve milletleriniz etrâfinizda toplansin, siklassin da onlari târihin tanidigi, cihansümül inkilaplarin en muazzam ve en sereflisine dogru yöneltebilesiniz ve sizler de mes’ud olabilesiniz.
Liderler,
Resulullah (s.a.v.) Kureys’i îmana dâvet ediyordu. Islâm’a sahip çiktiklari takdirde, yer yüzüne hâkim olacaklarini Kureys’in ileri gelenlerine va’d ediyordu. Onlardan birçogu çekindi ve îman etmedi. O îman etmeyip küfürde israr edenler Islâm’in muzaffer askerlerinin ayaklari altinda can verdiler. Târih onlari ebedilestirdi ama nerede? En kötü bir mevkide… Insanlarin kiyamete kadar lânet edecegi sahifede. Onlara va’d edilen cehennem azabi çok siddetli ve kahredicidir…
Resulullah (s.a.v.) dinimizin yeryüzüne hâkim olacagini bize va’detti; süphesiz hâkim olacak da…
Târih’e, “ebediyen lânetlenmisler” olarak gecmeyin. Ebediyen muzaffer olarak anilacaklardan olun…
Allah (c.c.) emrinde gâliptir. Fakat insanlarin çogu bunu bilmezle

Aziz Nesin Gerçek Müslüman Atatürk ü sevemez Seviyorsa ya ahmâktır ya sahtekâr”

31MAY

Aziz Nesin: “Gerçek Müslüman Atatürk’ü sevemez. Seviyorsa ya ahmâktır ya sahtekâr”

*


Aziz Nesin: “Atatürk, Müslümanlar açısından sevilecek bir şey yapmadı. Türkiye’de yaşayan ve Atatürk’ü sevdiğini söyleyen Müslümanlar, yalancıdır.”[1]

Aziz Nesin ayrıca; “Türkiye’de laiklik sözde kalmıştır, sahteciliktir…” demiştir.[2]


**********


KAYNAK:

[1] Oğuz Uçar / Abant (Bolu), Hürriyet Haber Ajansı.

[2] Cumhuriyet gazetesi, 30 Nisan, 1989.


Atatürk ün sansürlenen görüşleri

Cuma, 24 Şub 2012

Atatürk’e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor.

Biri Batılılaşma konusunda…

Diğeri din konusunda…

İlki, Atatürk’ün hedef olarak Avrupa’yı göstermediği iddiasına dayanıyor.

İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk’ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım’la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor.

Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım.

* * *

İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa’nın Fransız yazarı Maurice Pernot’ya verdiği demeç… Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor:

“Osmanlı İmparatorluğu, Batı’ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu’da ise de düşüncelerimiz Batı’ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye’de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

* * *

Din meselesine gelince…

İlk Meclis’in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru… Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk’ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş.

Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa’ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı.

http://yakintarihimiz.org/wp-content/uploads/2012/02/Atat%C3%BCrk%C3%BCn-sans%C3%BCrlenen-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fleri.jpg

Kitap, 1931′de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa’nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların “Millet” bölümünden satırlar:

* * *

“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)

“Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)

“Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)

“… din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra…”

* * *

Yeterince açık değil mi?

Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?

Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988′de basılan “Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları” kitabında yer almıyor da ondan…

İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk’ün notlarını sansür ederek yayımladı.

“Medeni Bilgiler”i geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu’ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış.

Atatürk’ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.

Düşünce özgürlüğü mü dediniz?

Can Dündar, Milliyet (30.10.2006)


Atatürk gökten indiği sanılan kitaplar “

gökten indiği sanılan kitapların dogmaları Atatürk

.Arkadaşlar video telif hakkı bahanesi ile siliniyor bu yüzden movshare‘ye eklendi.


Atatürk Meclis kürsüsünde “gökten indiği zannedilen kitapların dogmaları” diyerek İslam aleyhinde konuşuyor

Bu videoyu  bilmeyeniniz izlemeyeniniz kalmamıştır.Can Dündar’ın MUSTAFA filmi olmasaydı belkide hiç gün yüzüne çıkmayacaktı.Baykal’ın ve Kemalist çevrenin neden Can Dündar’ı Mustafa belgeselinden dolayı kıyasıya eleştirdiğini anlamak için bu sözleri Mustafa Kemal’in ağzından işitmek kafi.Yıllarca sunulan Mustafa Kemal rol modeli ve tabusu bizzat kendi ağzıyla yıkılmış oluyor.Mustafa Kemal halkının %99′u müslüman olan ve islam ümmetinin halifesinin yurdunda toprağında  kesin bir zafer ilan ediyordu ,neydi o zafer?

O sözleri bir kez daha hatırlayalım ;



“Bizim devlet idaresinde ki ana programımız CHP programıdır,bunun kapsadığı prensipler idarede siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır,fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır,biz ilhamlarımızı gökten ve gaipden değil doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

 

Bu sözlerden sonra müslüman ve Allah’ı ve kitabı Kur’ana ve onun son peygamberine inanan bir kimse için yapacak tek şey kalıyor.

Mustafa Kemal’in DİN hakkında ki islam hakkında ki diğer görüşleri ve sözleri ;

  • “Türk milleti birçok asırlar,bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü”
  • “Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra millî rabıtalarını gevşetti,millî hislerini uyuşturdu.”
  • “Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar”
  • “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz”
  • “Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif bilimdir.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1933, 10.Yıl Nutku, Söylev ve Demeçleri

  • “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip’e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

  • “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”  
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı

  • “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası

  • “Bizi yanlış yola sevk eden habisler (alçaklar), biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1923, Adana Nutku, Söylev ve Demeçleri

  • “Arabistan’ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler vardı. Muhammed’in neş’et etmiş olduğu Mekke’de ki Kabe denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı

  •  ”Medineniler ile Mekkeliler arasında derin bir düşmanlık ta vardı. Muhammet te Mekke’den kalkıp Medine’ye kaçtı. Buna Hicret denildi.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı

  • “Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı

  • “Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.”
  • - Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Medeni Bilgiler kitabı

Ziyaretçi Defteri yükleniyor...