Gazne’de 962-1187 yılları arasında hüküm süren Türk-İslâm devleti. Sâmânî Devletinin (819-1005) en parlak devirlerinde çok sayıda Türk, gruplar hâlinde Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına getirilmekteydi. 912 yılından itibaren ise Sâmânî Devletinin vali ve komutan kadrolarında, Türk isimleri de görülmeye başlandı. İşte bu Türk komutanlardan biri de Gazne Devletini kuracak olan Alptegin’dir. Alptegin, 961 senesinde vezir Ebû Ali Muhammed Belâmî ile birleşerek, Sâmânî Şehzâdesi Nasr’ı tahta oturtmak istediyse de bu arzusunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine kendisine bağlı birliklerle Afganistan’daki Gazne’ye çekildi ve burada bulunan Levik Hânedânını bölgeden uzaklaştırarak, şehre hakim oldu. Böylece Gazne Devletinin temelini attı (962).
Alptegin’in, 963’te ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebû İshak İbrahim, dört yıla yakın süren saltanatında Sâmânîlerle dost geçinme yolunu tercih etti. Ölümünden sonra 966’da yerine Bilge Tegin geçti. Bilge Tegin, Buhara’da Sâmânî komutanlarından Fâik’in, üzerine gönderdiği bir orduyu bozguna uğrattı. Bu mağlûbiyetten sonra bir daha Buhara’dan Gazne’ye ordu gönderilmedi. Bilge Tegin, 975’te Hindistan üzerine yaptığı seferde Gerdiz Kalesini kuşatırken şehid düştü. Gazne’de ilk sikke bunun zamanında kesildi. Yerine geçen Pîrî Tegin, devleti yönetecek hususiyetlere sahip olmadığından, beş yıllık saltanattan sonra, tahtı Sebük Tegin’e bıraktı.
Devletin asıl kurucusu olan Sebük Tegin, Isık Göl civarında Barsgan’da doğmuş, 960’a doğru Müslüman olmuş, köle olarak satıldığı Alptegin tarafından terbiye edilip, manevî evlât edinilmiş ve mühim mevkilere getirilmişti. Hükümdar olunca, “Nâsırüddin Sebük Tegin Kara Beçkem” adını aldı. İyi bir idareci ve komutan olan Sebük Tegin, Toharistan ve Zabülistan’la Zemindaver eyaletini, Gor bölgesini ve Belucistan’ın bazı yerlerini ülkesine kattı. 979’da Hindistan’ın kuzeybatısında yerli hükümdarların en güçlülerinden Caypal’ı yenilgiye uğratarak, Hindistan hakimiyetine ilk adımı atmış oldu. Kâbil Nehri boyunca Peşâver’e kadar ilerleyerek, bu bölgelerde İslâmiyet'in yayılmasını sağladı.
Sebük Tegin’in 997’de ölümünden sonra, yerine oğlu İsmail geçti. Ancak, kısa bir süre sonra, tahtı ağabeyi Mahmud’a bırakmak zorunda kaldı.
Mart 997’de tahta çıkan Sultan Mahmud, Gazneli Devletinin kurucusu, Hindistan’a İslâm dinini yayan ve burada yüzyıllarca sürecek olan Türk hakimiyetinin temellerini atan, tarihin büyük cihangirlerinden ve hükümdarlarındandır. Sâmânoğullarının yıkılışına rastlayan bir zamanda tahta çıkan Sultan Mahmud, ilk iş olarak Horasan’da hakimiyetini tesis etti. Zaman zaman Karahanlılar'la rakip duruma düşmekle beraber, güneydeki (Hindistan) ve batıdaki (İran) fetihleri için müsait bir zemin ve elverişli şartlar buldu. Şiîlere karşı halifeyi şiddetle savundu ve Sünnî mezheplerin koruyucusu oldu.
Sultan Mahmud, İran, Irak ve Harezm’i ülkesine kattıktan sonra, Hindistan üzerine on yedi sefer düzenledi. 1000 yılında Peşâver şehrini aldı. Ertesi yıl Hindistan ordusunu yenip, Hindistan’ın en zengin eyaletlerinden biri olan Pencab’ı ele geçirerek, Hindistan’ın kuzeyine tamamen hakim oldu. Çok büyük ganimetlerle Gazne’ye dönüp “Gâzi” unvanını aldı. Beşinci seferinde, Ganj Vadisini ele geçirdi.
Sekizinci Seferinde ise, 150.000 kişilik Hindu ordusunu imha etti. En meşhur seferi olan 11. Seferinde ise Gucerat’a girdi ve büyük ganimetle geri döndü. Sultan Mahmud, 1030’da öldüğü zaman, Gazneli Devleti, batıda Âzerbaycan hudutlarından, doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj Vadisine, Orta Asya’da Harezm’den Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahaya yayılmıştı.
Sultan Mahmud’dan sonra yerine oğlu Muhammed geçti ise de, bu sırada Isfahan ve Rey umumî valisi bulunan kardeşi Mesud tarafından tahttan indirildi. Ekim 1030’da tahta çıkan Sultan Mesud, iyi bir asker olmakla beraber, babasının komşularla iyi geçinme siyasetini devam ettiremedi. Özellikle, Selçuklular'la olan geçimsizlikleri, uzun ve kanlı savaşların çıkmasına sebep oldu. Horasan’ın bir kısmını alma başarısını gösteren Selçuklulara karşı, Dandanakan Meydan Savaşı'ında (1040) Sultan Mesud büyük bir mağlûbiyete uğradı. İran, Harezm ve Mâverâünnehir’e Selçukluların hakim olmaları, Gaznelileri Afganistan ve Hindistan toprakları üzerinde yaşamaya mahkûm etti.
Bu mağlûbiyetten sonra, Gazne’ye dönerek ailesini ve hazinelerini toplayan Sultan Mesud, Lahor’a gitmek üzere yola çıktı. Ancak, yolda muarızları tarafından yakalanıp hapsedildi ve Girî hapishanesinde yeğeni tarafından 1041’de öldürüldü. Yerine, daha önce tahttan indirilip kör edilen kardeşi Muhammed çıkarıldı. Babasının öldürüldüğünü duyan Mevdûd, Belh’den Gazne’ye yürüyerek, Muhammed’i tahttan indirip hükümdar oldu.
Mevdûd’un saltanatı (1041-1049), dış mücadelelerle geçti. Zamanında, Selçuklular önce Toharistan’ı, ardından Zemindaver’i ele geçirdiler. Diğer taraftan Delhi Racası da, bazı kaleleri almaya muvaffak oldu. Bunun yanısıra, Gazneli hakimiyetinden kurtulmak istiyen Gurlular da harekete geçtiler.
Mevdûd’un 1049’da ölümü ile Gazneli Devleti karışıklık içinde kaldı. Tahta İkinci Mesud çıktı ise de, oğlu karşı çıktı. İkinci Mesud’un tahttan indirilmesi üzerine Bahâüddevle Ali tahta çıktı. Fakat bunun saltanatı da çok kısa sürdü.
İki yıl geçmeden Mahmud’un oğlu Abdürreşîd tahta çıktı. Ancak tahtta gözü olan komutanlardan Tuğrul Bey, onu öldürüp tahtı elde etti. 1040’tan beri artan Selçuklu baskısı, Tuğrul Bey zamanında durduruldu. Ülkede de eski asayiş yeniden sağlandı. 1059’da ölümü ile yerine çıkan kardeşi İbrahim, ilk iş olarak, Selçuklularla sulh yaptı. Oğlu Mesud’u, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kızı ile evlendirip dostluk tesis etti. Kuzey ve batıda bir kısım toprakların kaybedilmesine karşılık, Hindistan’da bazı kaleler ele geçirildi ve devletin sınırları Ganj Nehrine kadar uzandı.
Sultan İbrahim’in 1099’da ölümünden sonra, yerine geçen oğlu Üçüncü Mesud, babasının Hindistan fütuhatı ve damadı bulunduğu Selçuklularla dostluğu devam ettirme politikasını iyi yürüttü. Ancak, 1115’te vefatı ile devlet yeniden asayişsizlik içine düştü. Kardeşler arasında taht rekabeti başladı. Tahta çıkan Şîrzâd’ı, kardeşi Arslan öldürttü. Arslan, diğer kardeşi Behram Şah üzerine yürüyünce Behram Şah, Selçuklu Sultanı Sencer’e iltica etti. Bu durum, yarım asırdan beri devam eden Selçuklu dostluğunu bozdu. Sultan Sencer, Gazne üzerine iki sefer düzenleyerek Arslan’ı yakalayıp öldürttü. Böylece Behram Şah 1117’de Gazne tahtını elde etti. Ancak bu tarihten itibaren Gazneliler, Büyük Selçuklu Devletine bağlı bir duruma geldiler. Bu devrin en önemli hadisesi Gurluların harekete geçmeleridir. 1128’de, Gur Melikü’l-Mülûk’u Kutbeddin’in Behram Şah tarafından öldürülmesi, Gurluların ayaklanmasına sebep oldu. Melik’in kardeşi Suri’nin Gazne’ye girmesi ile büyüyen isyan kısa sürdü. Fakat bir müddet sonra Alâeddin Hüseyin önce Gazne’yi, ardından Bust’u tahrip edip, Gaznelilerin kuzeydeki hakimiyetlerine son verdi. Oğuzların, 1152’de Gazne üzerine yürümeleri üzerine Behram Şah, burasını kesin olarak bırakıp Lahor’a çekildi.
Behram Şah, 1160’da ölünce, yerine oğlu Hüsrev Melik geçti. Bu sırada Gazne’de ikamet etmekte olan Gurlu emir Muizzeddin, 1173’ten itibaren Hindistan seferlerine başladı. Gur akınları karşısında yerli Khokharlarla anlaşmaya çalışan Hüsrev Melik, bunların hıyanetini anlayınca Muizzeddin’le anlaşmak için çare aradı. Ancak bir netice elde edemedi ve 1187’de esir düştü. Böylece Gazneli Devleti, Gurlu İmparatorluğuna ilhakla tarih sahnesinden çekildi. Son Gazneli Sultanı Hüsrev Melik ile oğlu Behram Şah, önce Gazne’ye oradan Firizkuh’a ve nihayet Belervan Kalesine götürülerek hapsedildi, birkaç yıl sonra, 1191’de, öldürüldüler.
Büyük Türk Hakanlığı, yani Karahanlılar'dan sonraki Müslüman Türk Devleti, Gazneli Devletidir. Sünnî-Hanefî mezhebinde olan Gazneliler, sarayda Türkçe, edebiyâtta Farsça, fakat resmî yazışmada Arapça'yı resmî dil olarak kullanmışlardır.
Devlet teşkilâtı: Gazneli Devletinde emir veya sultan, devletin tam hâkimidir. Devlet dairelerine dîvân denilmektedir. Bu dîvânların en önemlileri, Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı Risâlet veya İnşâ ve Dîvân-ı İşrâf idi. Dîvân-ı Vezâret, maliye ve genel yönetim işlerine bakardı. Başkanı vezirdi. Dîvân-ı Arz bugünkü Savunma Bakanlığının karşılığı olup, başındakine Arız veya Sâhib-i Dîvân-ı Arz denilirdi. Askerin ihtiyaçlarını ve ordunun savaşa hazır bir durumda bulunmasını sağlamak, askerin sayısını bilmek ve gerektiği zaman sultana bildirmek, sultanın gezilerinde ihtiyaçlarını gidermek gibi görevleri vardı. Bu devlette ordu, dört kısımdan meydana gelirdi. Bunlardan süvariler ilk kısmı meydana getirir ve ordunun en kalabalık bölümünü teşkil ederdi. Çoğunun iki atı vardı. İkinci bölümü yayalar meydana getirip sayıları az, başlıca vazifeleri ise şehirleri korumalarıydı. Ordunun üçüncü kısmı sultanın özel birliğiydi. Buradaki askerler, Türkistan’daki oymak savaşlarında hakimiyet altına alınan yerlerdeki Türk çocuklarıydılar. Ordunun son bölümünü, filler meydana getirirdi. Bunlar doğrudan doğruya sultan tarafından denetlenirdi. Filcilerin çoğu Hintliydi. Bunların muharebelerdeki görevi, düşman saflarını bozmak ve yarmak, düşman atları, kendilerine ve kokularına alışmamışsa, onları ürkütüp bozgun çıkarmak, okçulara yüksek atış yeri sağlamaktı. Dîvân-ı Risâlet veya İnşâ, devletin genel haberleşme dairesiydi. Hükümetle işi olan halk da buraya başvururdu. Dîvân-ı İşrâf, devletin gizli haber alma teşkilâtı olup, çok gelişmişti.
Kültür ve medeniyet: Gazneliler devri, siyasî kudretin yanısıra, kültür bakımından da parlak geçmiştir. Bir fıkıh âlimi olan Sultan Mahmud ve oğlu Mesud, İslâm terbiye ve kültürü ile yetişmişlerdi. Her iki sultan saraylarında devrin en büyük âlimlerini toplamaya çalıştılar. Şairlere hürmet ve sevgi gösterdiler. Her sene onlar için yaklaşık dört yüz bin dinar harcarlardı. Bu şairler arasında Türk asıllı Ferrûhî ile Menuçehrî Damgânî, Escedî Gazâ’ir-i Râzî ve Şehnâme yazarı meşhur Firdevsî sayılabilir. Bunların başında Melik-uş-Şuarâ Unsûrî bulunmaktaydı. Sultan İbrahim ve halefleri devrinde Gazne sarayında bulunan şair ve edipler, İran edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynadılar. Bu devirdeki şairler arasında; Ebü’l-Ferec Rûmî, Senâ’î, Osman Muhtârî ve Seyyid Hasan Gaznevî yer almaktaydı.
Tarih yazıcılığı da Gazneliler devrinde parlak geçmiştir. Sebük Tekin ve Mahmad devrini yazan Ebû Nasr Utbî, Zeyn-ül-Ahbâr isimli eserini Sultan Abdürreşîd’e sunan Gerdîzî, Mesud devrini nakleden Ebü’l-Fazl Beyhekî, Gazneliler devrinin meşhur tarihçileridir.
Sultan Mahmud, 1017 senesinde Harezm’i ele geçirince, o devrin en büyük fen âlimi Birûnî’yi Gazne’ye getirdi. Birûnî, sultanın birçok seferlerine katılarak Hindistan hakkında Tahkîku mâ lil-Hind isimli eserini yazdı. Bu, Hinduların inanç ve âdetlerini tarafsız olarak tetkik eden ilk İslâmî eserdir. Eserde Hind dini ve Hindistan coğrafyası hakkında çok geniş bilgi bulunmaktadır.
Gazne sultanları, edebiyat alanında olduğu kadar mimarî faaliyetleri ile de dikkat çektiler. Sultan Mahmud ve Mesud, büyük inşa faaliyetlerinde bulundular. Fakat onların bu eserlerinden günümüze çok azı ulaşmıştır. Sultan Mahmud, halkın faydalanması için çarşı, köprü ve su yolu kemerleri yaptırdı. Bunlardan Gazne’nin kuzeyindeki Bend-i Mahmudî bu güne kadar mevcudiyetini korumuş ve kullanılmıştır. Sultan Mahmud, Gazne’de birçok cami ve mescid yaptırdı. Gazne Camiinin yanına geniş bir medrese inşa ettirdi. Burası hem medrese hem de kütüphaneydi. Birçok odaları, Gazne âlimlerinin okuması ve okutması için, tavandan tabana kadar kitapla doluydu. Sultan, bu medresede ders veren hoca ve okuyan talebeler için, medresenin evkafından dolgun maaş tayin ederek onların geçimini sağlamıştır. Dokuz yüzyıl geçmesine rağmen, cila ve parlaklığı bozulmayan Gazne Camiinin iki minaresi hâlâ ayakta olup, dış kısmı cilalı sarı tuğladandır. Minarelerin birbirinden uzaklıkları 360 ve yükseklikleri 45 m kadardır. Üzerlerinde kûfî yazılar vardır.
Gazneliler, kuzey Hindistan fütuhatını tamamlayınca, İslâm dinine Pencab’da kuvvetli bir dayanak noktası elde edilmesini sağladılar. Böylece daha sonraki Hindistan fetihlerine sağlam bir zemin hazırlayarak, Türk ve İslâm tarihinde önemli rol oynadılar.
Gazneli Mahmud'un Seferleri
Gazneli Mahmud'un Seferleri Birinci seferine Eylül 1000 târihinde çıktı. Kabil'in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintlilerin elinde bulunan birkaç kaleyi zaptederek geri döndü. Sultan Mahmûd'un İkinci Hind Seferi, Vayhand Racası Caypal'e karşı oldu. 27 Kasım 1001 târihinde Peşaver yakınlarında yapılan savaşı Gazneli ordusu kazandı. Caypal on beş kadar oğlu, torunu ve büyük kumandanlarıyla esir düştü. Sultan Mahmûd'un eline, bu zaferden sonra muazzam bir ganîmet geçti. 1004 yılında Bhatiya bölgesi racası Beci Ray üzerine yürüdü. Bu seferde Bhatiya Racalığının bütün bölgelerini ele geçirdi. Bölgede mescitler ve minberler inşâ ettiren Sultan, İslâmiyetin esaslarını öğretmeleri için âlimler de tâyin etti.Sultan Mahmûd, dördüncü seferini Multan üzerine yaptı. Multan Hâkimi Ebü'l-Feth Dâvûd, Karmatî bozuk inanışına sâhipti. Gazne ordusunun üzerine geldiğini haber alan Ebü'l-Feth şehri terk ederek İndus Nehri üzerindeki bir adaya kaçtı. Multan'ı zapteden Sultan, buradaki Karmatîleri cezâlandırdı. 1008 yılında Multan'ın yeni vâlisi Suhpal'ın Müslümanlığı terk ederek Moğol dînine dönmesi üzerine, Sultan Mahmûd çetin kış şartlarına rağmen Beşinci Hint Seferine çıktı. Multan önünde yapılan savaşı kazanarak, Suhpal'ı tutuklatıp Multan ve çevresinin idâresini komutanlarından Tegin Hazin'e bırakarak Gazne'ye döndü. Aynı yıl Kuzeybatı Hindistan ve Pencab bölgesi racalarının İslâmiyetin yayılmasını önlemek üzere faaliyete girişmeleri üzerine tekrar harekete geçen Sultan Mahmûd, müttefik kuvvetlere karşı Vayhand şehri ovasında yapılan muhârebeyi, ağır kayıplar vererek kazandı. Ancak, bu savaş ile Kuzey Hindistan racalarının kuvvetleri ezilmiş ve Pencab yolu Müslüman-Türk orduları için güvenli bir hâle getirilmiş oldu.Sultan Mahmûd, Ekim 1009 târihinde büyük bir ticâret merkezi olan Narayyanpur'u zaptetti. 1010 târihinde çıktığı seferde Multan'ı bütünüyle fethetti. Müslümanlara eziyet eden Karmatîlere ağır bir darbe daha indirildi. 1014 târihinde çıkılan Dokuzuncu Hint Seferinde Nandana Kalesinin fethinden sonra Keşmir üzerine yüründü. Keşmir kuvvetleri iki defâ bozguna uğratıldı. Bu zaferin Hindistan'daki yankıları pek büyük oldu ve İslâmiyet en uzak yerlere kadar yayıldı.Sultan Mahmûd, onuncu seferini, Hintlilerce mukaddes bilinen pek çok tapınak ve putun bulunduğu Thanesar şehrine yaptı. Hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan şehre giren Sultan, bütün putları kırdırdı. "Çakrasvami" adındaki en meşhur putu Gazne'ye götürerek halka gösterdi. Bu zafer, Hinduların, Müslümanları tanımalarına sebep oldu. Bunun netîcesinde pek çok kimse İslâmiyetle şereflendi. 1015 yılında Keşmir yolu üzerine Lokhot Kalesini kuşattı ise de şiddetli kış yüzünden bir netîce elde edemeyerek geri döndü. Hint dünyâsı, Sultan Mahmûd'dan o derece yılmıştı ki, herhangi bir yere sefere çıksa şöhreti ondan önce varıyor ve şehirler korkudan teslim oluyordu. On ikinci seferini zengin ve bayındır bir ülke olan Kanave'a karşı yaptı. Sirsava Kalesini zaptetti. Baran (Bulendşehr) Kalesi önüne geldiğinde Raca Hardat, Sultânı karşılayarak Müslüman olduğunu bildirdi ve şehri teslim etti. Onunla birlikte 10.000 taraftarı da İslâmiyeti kabul etti. Mahmûd Han, sefere devamla Cumne ile Ganj nehirleri arasında bütün şehirleri aldı. 20 Aralık 1018'de de asıl hedefi olan Kanave'i fethetti. Bu seferden tahmînen üç milyon dirhem para, altmış bin esir ve beş yüz fil ganîmet ile dönüldü.1020 yılında Kalincar, 1021'de Keşmir ve 1022'de tekrar Kalincar racaları üzerine seferler düzenleyen Sultan, bunları itâat altına aldı. On altıncı ve en meşhur seferleri Somnat üzerine yaptı. Bu şehirde bulunan kutsal bir tapınaktaki put her yıl yüzbinlerce Hindû tarafından ziyâret edilir ve en kıymetli mücevherlerle süslenirdi. Sultan Mahmûd, bunu işitince bu sapık inançla birlikte o putu da yıkmaya karar verdi. Bu sâyede Hintliler arasında İslâm dîninin yayılması da çabuklaşmış olacaktı. 18 Ekim 1025 târihinde otuz bin atlı ve yüzlerce gönüllüden meydana gelen orduyla harekete geçen Sultan, 8 Ocak'ta Somnat'ı zaptetti. Tapınağa girdikten sonra müezzine, tapınağın üzerine çıkarak ezân okumasını emretti. Tapınaktaki putların tamâmını kırdırdı. Rivâyete göre, tapınaktaki ganîmetten Sultân'ın payına düşen beşte bir malın değeri yirmi milyon dînâr idi. On yedinci seferinde ise Karmatî olan Mansura hâkimi Hafif'i cezâlandırdı.
Dandanakan Savaşı
Kösedağ Savaşı
Sultan Mes'ud, Selçukluların artık kendi devleti için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlamış ve onlar üzerine sefere çıkmıştı. Nihayet Sultan Mes'ud ilk iki savaşta Selçukluları mağlup ettti (1039). Ancak bu Gazneliler için Selçukluları tamamiyle itaat altına alabilecek kesin bir zafer değildi. Bu bakımdan Selçuklulara barış teklif edildi.
Selçuklular tarafında da kabul edilen bu teklife göre; Gazneli ordusu Herat'a gidecek, Nesa, Baverd, Fevare şehir ve hududları Selçuklulara teslim edilecek, Selçuklular ele geçirmiş oldukları Nişabur, Serahs ve Merv'i tahliye edeceklerdi. İki tarafın da bu geçici barışı kabul etmelerinin sebebi, dinlenmek ve yeniden savaşa hazırlanmaktı.
Selçuklular barış şartlarına uymadıkları gibi, Gazneli topraklarına yeniden akınlara başladılar. Sultan Mes'ud tekrar Selçuklulara karşı harekete geçti. Selçuklular ile Gazneliler arasında devam eden savaşların en büyüğü ve önemlisi Merv civarındaki Dandanakan kalesi yakınında oldu.
Selçuklular, Sultan Mes'ud idaresindeki ordu karşısında kesin sonucu alarak Gaznelileri hezimete uğrattılar (24 Mayıs 1040). Dandanakan savaşını kazandıktan sonra Selçuklu Beyleri toplanarak Tuğrul Bey'i "Horasan Emiri" ilan ettiler. Artık Horasan'da tamamen bağımsız bir devlet kuruyorlar ve büyük bir imparatorluk için ilk adımlarını atıyorlardı. Ayrıca devrin adeti gereğince civardaki hükümdarlara zaferlerini bildiren "fetih-nameler" gönderdiler.
Selçuklu reisleri aynı ay içinde Merv şehrinde toplanan Kurultay'da bir araya gelerek mühim kararlar aldılar. Bu toplantıda alınan kararlardan birisiyle Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah'a sadık olduklarını ve Horasan'da adaleti tesis edeceklerini bildirdiler. Bundan sonra Selçuklular hakim oldukları ve ayrıca ilerde ele geçirmeyi tasarladıkları ülkeleri yine eski Türk geleneği gereğince bölüştüler.
Bu bölüşmeye göre; Tuğrul Bey "sultan" sıfatı ile Nişabur'u alarak batıya Irak tarafına gidecekti. Çağrı Bey'e "Melik" unvanı ile merkez Merv olmak üzere Ceyhun ile Gazne arasındaki bölge, Musa Yabgu'ya, Büst, Herat ve Sistan havalisi verildi. hanedana mensup şehzadeler de birer bölgenin zabtı ile görevlendirilmişlerdi.
Selçuklular bu esas üzerine fetihlere giriştiler ve bu sür'atle gerçekleştirdiler. Çağrı Bey Gaznelilere karşı başarılı savaşlar yaparak, onları Horasan'dan tamamen uzaklaştırdı. Bir Gazneli ordusunu mağlup ederek Belh şehrini ele geçirdi (1040 yılı sonbaharı). Tuğrul Bey ile beraber Harezm'e yürüdüler ve ezeli düşmanları Şah Melik'i mağlup ederek, geçmişte uğradıkları baskının acısını çıkardılar ve Harezm ülkesini Selçuklu Devleti'ne bağladılar (1043). Daha sonra Çağrı Bey oğlu Alp Arslan'ın yardımı ile başarısını sürdürdü ve Karahanlıları mağlup etti.
Ele geçirdiği bölgelerde Selçuklu hakimiyetinin tanınması ve buralara Karahanlıların saldırmamaları şartı ile başarılı bir anlaşma yaptı (1050). Çağrı Bey ayrıca Gazneliler sultanı İbrahim ile de Hindikuş dağları arada sınır olmak üzere anlaştı (1059). İki devlet arasındaki bu anlaşma yarım asır kadar devam etmiştir.
Selçuklu Devleti'nin kuruluşunda büyük rolü olan Çağrı Bey, yetmiş yaşında Serahs şehrinde öldü (1060). Ailenin en büyüğü Musa Yabgu, Dandanakan savaşından sonra Herat'ı zabtetti (1040). O Sistan bölgesini idaresi altında bulunduruyor ve daha çok Herat'da oturuyordu. Ancak onun hanedanın öteki üyeleri kadar başarılı olmadığı anlaşılıyor. Nitekim 1064 yılında Sultan Alp Arslan'a isyan etti. Neticede Herat kalesinde yakalanarak Alp Arslan'ın yanına götürüldü ve böylece siyasi hayatı sona erdi.