Bezir Han, biricik oğlu Satuk Buğra'nın üstüne titrer. Kolay değil, gün gelecek koca Karahanlı devletini o yönetecektir. Hani adam olacak çocuk oturuşundan, kalkışından belli olur derler ya Satuk Buğra da tavrıyla, tarzıyla akranlarına fark atar. Bilge kişiler ona bakar bakar "bu çocuğun kumaşında devlet adamlığı var" buyururlar.
Ama gelin görün ki evdeki hesap çarşıya uymaz. Bezir Han ansızın ölür, birileri apar topar kardeşi Oğulcak Kadir'i tahta oturturlar. Satuk Buğra, töre gereği anası ile evlenip üvey babası olan bu adama hiç ısınamaz. Kaldı ki amcabey de bu cin gözlü çocuktan hoşlanmaz, zira bir gün karşısına çıkmasından korkar.
Bezir Hanın has adamları, Satuk Buğra'yı amcasından uzak tutar, "bir kazaya" gelmemesi için uyanık dururlar. Onu mümkün mertebe taşrada dolandırır, başkent dışında tutarlar.
Bir ara Samanlı şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıkar. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Karahanlılara sığınır, ona Artuç nahiyesini bağışlarlar. Bu köy irisi Nasır'ın gayretleri ile şenleniverir, Müslüman tüccarlar burada konaklamaya başlar. Hanlar, hamamlar, çarşılar derken şirin mescidler açar, Artuç'u kubbelerle donatırlar.
Nasır, güleryüzlü, tatlı dilli, özü sözü doğru bir mümindir, Satuk Buğra ile dost olurlar. Satuk Buğra, Müslümanların ak elbiselerine, bakımlı dişlerine, düzgün sakallarına bayılır. Gül gibi kokan bu insanlar temizliğe çok dikkat eder, sık sık abdest alırlar. Daima ölümü düşündükleri için dünyalık kovalamaz, kefenlerini başlarında taşırlar. Efendidirler, kibardırlar ama inançlarına saldırıldığında tutulmaz olurlar.
Adı Abdülkerim olur
Satuk Buğra, Artuç'a daha fazla takılmaya başlar, yaz geceleri ateş başında toplanır, acı kahveleri yudumlarlar. Arab tüccarlar her konuyla ilgili bir menkıbe bilir, taşı gediğine oturturlar. Sen onların hikaye anlattığını sanırsın ama dolu dolu malumat aktarır, insanın ufkunu açarlar.
Satuk Buğra o cuma Artuç'ta eyleşir, müminler yıkanır, paklanır, ıtırlar sürünüp mescide koşarlar. Cemaat dışarılara taşar. Önce güzel bir vaaz dinler ardından asker disiplini ile saf tutarlar. Satuk Buğra çok etkilenir, namazı müteakip Nasır'a soru üstüne soru sorar. Nihayet içindeki sesi dinler ve onlara uyar.
Cemaatin içinde bulunan bir Allah dostu elini sevimli müminin (henüz 12 yaşındadır) omzuna koyar ve adını "Kerim olan Allah'ın kulu" koyar. Abdülkerim bundan böyle salih bir Müslüman olmaya bakar... Haa, yeri gelmişken söyleyelim iman ettiğini amcasına asla duyurmaz, aksine sır gibi saklarlar...
Yıllar su gibi akar, Satuk Buğra boylu poslu, kara yağız bir cengaver olur. Halk ufak ufak etrafında toplanır ki zaten hükümdarlık onun hakkıdır. Amcası saltanat kaygısına düşüp yeğenini zindanlara tıkmaya kalkar ama... Meğer ki geçmiş ola...
Abdülkerim'in baş olmak, emir buyurmak gibi bir derdi yoktur ama İslama hizmet için bu fırsat kaçmaz. Yola tertemiz niyetlerle çıkar, zamanı gelince "cihad bayrağını" açar. Oğulcak, onu sindireceğini sanır, ama çok aldanır. Müslümanların sayısı çığ gibi artar ve Fergana Savaşında dumanını attırırlar. Amcası "neler oluyor" diyemeden Atbaşı Kalesini alır, Kaşgar kapılarına dayanırlar. Abdülkerim'in etrafında hepi topu üç bin mücahid vardır ama bunlar din gayreti ile savaşır, ölmekten zevk alırlar. Böylesine şuurlu bir ordunun karşısında durmak kabil değildir, nitekim Oğulcak da duramaz.
Etrafında toplanırlar!
Abdülkerim Satuk Buğra iktidarı eline geçirince Yağma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin bulunduğu Türkistan şehirlerine uzanır, onlara İslamı anlatmaya başlar. Halk beklediğinden de sıcak karşılar, hele ulema ile görüşünce teslim olurlar. Hak yolun davetçileri sadece Pekin yanlısı politikalar güden Bazır Han'ın ülkesinde zorlanırlar. Millet yine isteklidir ama "sarı fitne"nin oyuncağı olan idare Müslümanlara saldırmak gibi bir "hata" yapar. İş gelir bir meydan savaşına çıkar ki Çin İmparatoru, Bazır'a istemediği kadar asker ve malzeme yollar. Müslümanlar ise bütün güçleri ile Abdülkerim'in yanında olurlar. İnananlar Balasagun Savaşını kazanır ve "İstikbal İslamındır" diye haykırırlar. Satuk Buğra 30 yıldan fazla hüküm sürer, adil idaresi ile yüzbinlerce Türkün, Müslüman olmasına vesile olur. Vefat edince onu çok sevdiği Artuç'un toprağına bırakırlar. (H. 344)
Doğrusu Türkler İslamiyeti seve seve kabul eder, Asya'da dolanan velilere zorluk çıkarmazlar. Zira onlar da, "tek tanrı"ya, Cennete Cehenneme, inanır, yalandan, dolandan, zulümden hoşlanmazlar. Türklerin eskiden de "aleme nizam vermek" gibi idealleri vardır, bu yüzden "cihadı" çok iyi anlarlar.
İslamiyet bazılarının iddia ettiği gibi Türkleri Araplaştırmaz, aksine "sadece" Müslüman olan Türkler "kimliklerini" korurlar. Macarlar ve Bulgarlar Türk kanı taşımalarına rağmen "hısım" değil, "hasım" olurlar. Müslüman Türklerin kalitesi çok yükselir, en güçlü edebiyatçılar onlardan çıkar, en zarif eserleri onlar yaparlar. Tıbba, astronomiye, coğrafyaya çağ atlatırlar.
Türklerin katılmasıyla Müslümanlar da güç kazanır. Oğuz nesli bütün ümmetin hamisi kesilir, meccane "er" olurlar.
Umulur ki böylesine bir çığır açanın "hayır defteri" kapanmaz. Öyle ya, şimdi sizler Abdülkerim Satuk Buğra ve yardımcılarının ruhları için "okuyacağınıza" göre, sadece bugünün karı "yüzbinlerle fatiha-i şerife" yapar...
Ama gelin görün ki evdeki hesap çarşıya uymaz. Bezir Han ansızın ölür, birileri apar topar kardeşi Oğulcak Kadir'i tahta oturturlar. Satuk Buğra, töre gereği anası ile evlenip üvey babası olan bu adama hiç ısınamaz. Kaldı ki amcabey de bu cin gözlü çocuktan hoşlanmaz, zira bir gün karşısına çıkmasından korkar.
Bezir Hanın has adamları, Satuk Buğra'yı amcasından uzak tutar, "bir kazaya" gelmemesi için uyanık dururlar. Onu mümkün mertebe taşrada dolandırır, başkent dışında tutarlar.
Bir ara Samanlı şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıkar. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Karahanlılara sığınır, ona Artuç nahiyesini bağışlarlar. Bu köy irisi Nasır'ın gayretleri ile şenleniverir, Müslüman tüccarlar burada konaklamaya başlar. Hanlar, hamamlar, çarşılar derken şirin mescidler açar, Artuç'u kubbelerle donatırlar.
Nasır, güleryüzlü, tatlı dilli, özü sözü doğru bir mümindir, Satuk Buğra ile dost olurlar. Satuk Buğra, Müslümanların ak elbiselerine, bakımlı dişlerine, düzgün sakallarına bayılır. Gül gibi kokan bu insanlar temizliğe çok dikkat eder, sık sık abdest alırlar. Daima ölümü düşündükleri için dünyalık kovalamaz, kefenlerini başlarında taşırlar. Efendidirler, kibardırlar ama inançlarına saldırıldığında tutulmaz olurlar.
Adı Abdülkerim olur
Satuk Buğra, Artuç'a daha fazla takılmaya başlar, yaz geceleri ateş başında toplanır, acı kahveleri yudumlarlar. Arab tüccarlar her konuyla ilgili bir menkıbe bilir, taşı gediğine oturturlar. Sen onların hikaye anlattığını sanırsın ama dolu dolu malumat aktarır, insanın ufkunu açarlar.
Satuk Buğra o cuma Artuç'ta eyleşir, müminler yıkanır, paklanır, ıtırlar sürünüp mescide koşarlar. Cemaat dışarılara taşar. Önce güzel bir vaaz dinler ardından asker disiplini ile saf tutarlar. Satuk Buğra çok etkilenir, namazı müteakip Nasır'a soru üstüne soru sorar. Nihayet içindeki sesi dinler ve onlara uyar.
Cemaatin içinde bulunan bir Allah dostu elini sevimli müminin (henüz 12 yaşındadır) omzuna koyar ve adını "Kerim olan Allah'ın kulu" koyar. Abdülkerim bundan böyle salih bir Müslüman olmaya bakar... Haa, yeri gelmişken söyleyelim iman ettiğini amcasına asla duyurmaz, aksine sır gibi saklarlar...
Yıllar su gibi akar, Satuk Buğra boylu poslu, kara yağız bir cengaver olur. Halk ufak ufak etrafında toplanır ki zaten hükümdarlık onun hakkıdır. Amcası saltanat kaygısına düşüp yeğenini zindanlara tıkmaya kalkar ama... Meğer ki geçmiş ola...
Abdülkerim'in baş olmak, emir buyurmak gibi bir derdi yoktur ama İslama hizmet için bu fırsat kaçmaz. Yola tertemiz niyetlerle çıkar, zamanı gelince "cihad bayrağını" açar. Oğulcak, onu sindireceğini sanır, ama çok aldanır. Müslümanların sayısı çığ gibi artar ve Fergana Savaşında dumanını attırırlar. Amcası "neler oluyor" diyemeden Atbaşı Kalesini alır, Kaşgar kapılarına dayanırlar. Abdülkerim'in etrafında hepi topu üç bin mücahid vardır ama bunlar din gayreti ile savaşır, ölmekten zevk alırlar. Böylesine şuurlu bir ordunun karşısında durmak kabil değildir, nitekim Oğulcak da duramaz.
Etrafında toplanırlar!
Abdülkerim Satuk Buğra iktidarı eline geçirince Yağma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin bulunduğu Türkistan şehirlerine uzanır, onlara İslamı anlatmaya başlar. Halk beklediğinden de sıcak karşılar, hele ulema ile görüşünce teslim olurlar. Hak yolun davetçileri sadece Pekin yanlısı politikalar güden Bazır Han'ın ülkesinde zorlanırlar. Millet yine isteklidir ama "sarı fitne"nin oyuncağı olan idare Müslümanlara saldırmak gibi bir "hata" yapar. İş gelir bir meydan savaşına çıkar ki Çin İmparatoru, Bazır'a istemediği kadar asker ve malzeme yollar. Müslümanlar ise bütün güçleri ile Abdülkerim'in yanında olurlar. İnananlar Balasagun Savaşını kazanır ve "İstikbal İslamındır" diye haykırırlar. Satuk Buğra 30 yıldan fazla hüküm sürer, adil idaresi ile yüzbinlerce Türkün, Müslüman olmasına vesile olur. Vefat edince onu çok sevdiği Artuç'un toprağına bırakırlar. (H. 344)
Doğrusu Türkler İslamiyeti seve seve kabul eder, Asya'da dolanan velilere zorluk çıkarmazlar. Zira onlar da, "tek tanrı"ya, Cennete Cehenneme, inanır, yalandan, dolandan, zulümden hoşlanmazlar. Türklerin eskiden de "aleme nizam vermek" gibi idealleri vardır, bu yüzden "cihadı" çok iyi anlarlar.
İslamiyet bazılarının iddia ettiği gibi Türkleri Araplaştırmaz, aksine "sadece" Müslüman olan Türkler "kimliklerini" korurlar. Macarlar ve Bulgarlar Türk kanı taşımalarına rağmen "hısım" değil, "hasım" olurlar. Müslüman Türklerin kalitesi çok yükselir, en güçlü edebiyatçılar onlardan çıkar, en zarif eserleri onlar yaparlar. Tıbba, astronomiye, coğrafyaya çağ atlatırlar.
Türklerin katılmasıyla Müslümanlar da güç kazanır. Oğuz nesli bütün ümmetin hamisi kesilir, meccane "er" olurlar.
Umulur ki böylesine bir çığır açanın "hayır defteri" kapanmaz. Öyle ya, şimdi sizler Abdülkerim Satuk Buğra ve yardımcılarının ruhları için "okuyacağınıza" göre, sadece bugünün karı "yüzbinlerle fatiha-i şerife" yapar...