" target="_blank"> TARİH KURDU: İtalyan mücahid Uluç Ali

Sponsorlu Bağlantı

4 Aralık 2013 Çarşamba

İtalyan mücahid Uluç Ali

Luka Giovanni (ya da Dionigi), Birno Galeni adlı bir balıkçının oğludur. Güney İtalya'da hani annelerin çocuklarını "doğru otur bak seni Türkolara veririm ham yapar" diye korkuttukları Calabria kıyılarında doğar. Onu da (diğer La Castella sakinleri gibi) eli olta tutacak yaşa gelince balığa yollarlar. 
Günler birbirinin aynıdır, sabah sandalı iteler deryaya açılırlar, akşam yorgun argın gelir düştükleri yerde sızarlar. Haşlama, ızgara, buğulama, her öğün balık yemekten adeta yüzgeçleri çıkar. Annesi (Sinyora Pippa) yemek yetiştiremezse önlerine tuzlanmış sardalye koyar.


Denizin kabardığı kış günlerinde meyhanede toplanır, iki kupa şarap ısmarlayıp yaşlıları konuştururlar. Bunlar genelde korsan eskisidirler, evet çok şey yaşamıştırlar ama fazlasını anlatırlar. Mavra olduğu bilinse de yılanlı adalar, deniz anaları, deniz kızları her zaman prim yapar. Kara korsanın definesi, sarı kaptanın sefinesi derken döner dolaşır leventlere sataşırlar. 
Kendi gemilerindeki forsaların hali malumdur. Kim bilir pala bıyıklılar, hani gözleri alev saçan, dişlerinden kan damlayan Asyalılar, esirleri n'apar? 

Evdeki hesap 
Luka zayıf nahif bir tıfıldır, omurgaları sanki hamsi kılçığını andırır. Gel gelelim Agata di Reggio'dan göç eden fukara babasının durumu ortadadır. Güçsüzlüğünden olacak her gün her gün denize açılmaktan bıkar. Halbuki papazın keyfi tıkırındadır, "amen amen günahın çıktı evlat, bas para..." Ne ağ, ne kürek, ne olta...
Uzun uzun düşünür ve kapağı kiliseye atmakta karar kılar. Nitekim gözünü karartıp Napoli'ye doğru yola çıkar, eğer Papaz okuluna kaydını yaptırırsa...
Ancak yolda önlerini kesen Cezayirliler bir anda gemiyi ele geçirir, alayını tutarlar. Bizim Luka, Ali adlı bir reisin payına düşer ve esaret günleri başlar. 
Esaret dediysek ne ayağına pranga vurur, ne de sırtında kamçı şaklatırlar. Onlara da kendi yaptıkları işleri gösterir, tenceredeki aşlarını paylaşırlar. Sonra öyle anlatıldığı gibi çatık kaşlı değildirler, gülüşürler, şakalaşırlar, dünya tasasını ciddiye almazlar. 

Kendi arzusuyla
Luka dinledikleriyle gördüklerini üst üste koyar, bir yere varamaz, yalancılıkları açığa çıkan soydaşlarından soğumaya başlar. Nitekim kendi hür iradesi ile Müslüman olmayı arzular. Ali Reis ona kendi adını koyar, ancak bir süre sonra teknedeki Aliler karışır. "Sen Ali ben Ali olmayacak sen â??Uluç Ali' ol der" bahane ile ona bir "paye" bağışlar. Uluç Ali İtalyan geçmişini unutmakta kararlıdır, bu yüzden isminin kayıtlara Ali bin Abdullah olarak yazılmasını arzular. 
Uluç Ali denizin yabancısı değildir, leventlere kolayca uyum sağlar. Zaten Osmanlılar kimsenin kan grubuna, kafatasına bakmaz, işi ehline verir, önünü açarlar. Nitekim miço, yelkenci, dümenci derken liyakat ve cesareti ile yükselir, gün gelir kendi berkendesini yönetir. Derken kadırgasına al fener asar, ki bu albay oldu demektir (1551). Hele Turgut Reis'e intisap ettikten sonra namı yürür, "Ulucciali geliyor" dendi mi yer yerinden oynar. 
Uluç Ali, Turgut Reis'ten çok şey öğrenir, üç hilalli sancağı Mehdiye kalesine beraber asar, Cerbe'de omuz omuza savaşırlar. 
Hatta İstanbul'a gider, cihan Padişahının (Kanuni Sultan Süleyman'ın) huzuruna birlikte çıkarlar. 

Turgut Baba
Uluç Ali zamanla Turgut Reis'in has adamı olur, yelkenini emredilen yöne açar. Bir bakarsınız, Sicilya sahillerini harmanlar, bir bakarsınız Afrika çöllerine dalar. O yıllarda Akdeniz'de en büyük rakipleri İspanyollardır, nitekim muazzam bir donanma ile gelip Trablus'u bunaltırlar. Turgut Reis vaziyeti Padişah'a duyurmayı arzular. "Düşmana yakalanmadan İstanbul'a kim ulaşır" diye sorulduğunda herkes Uluç Ali'ye bakar. Uluç Ali uygun bir vakitte ve münasip bir rüzgarla "Vira Bismillah" der, adeta kanat takar. İstanbul'a varır, vaziyeti anlatır. Padişah tamam hallederiz deyip kulağının üstüne yatmaz, oracıkta Piyale Paşa'yı çağırtır ve üç kelime ile işi bitirir: "Tiz yola çıkıla!". 
Hemen ertesi gün 74 parçalık donanma demir alır, leventler kardeşlerinin imdadına koşar. Uluç Ali'nin rehberliğinde unutulmaz zaferlere imza atarlar. (1560)
Kanuni, bu cenklerde göz dolduran Uluç Ali Reis'i gözden kaçırmaz, tutar, İzmir Sancağına mutasarrıf yapar. 
Mutasarrıf (vali gibi bir şey) dediysek bütün gün masa başında oturup mühür basmaz, neden gelen evrakları gelen evrak dosyasına, giden evrakları giden evrak dosyasına konulmuyor diye kalem efendilerini haşlamaz. Yine eskisi gibi gemi çakar, levent yetiştirir, sefere çıkar. Mesela Piyale Paşa komutasında (1565) Malta'nın tozunu atar, şövalyeler ortalıkta dolanamaz olurlar. 

Beylerbeyi 
Turgut Reis'in ölümü üzerine Cezayir Beylerbeyi yapılan Uluç Ali Reis, Afrika'ya sığmaz, Haçlılar'ı dizginleyebilmek için üç vardiya mesai yapar. 
İspanyalı Don Juan çok tehlikeli bir adamdır, zira belden aşağı vurur, altın, kadın her yolu dener, bedevileri isyana zorlar. İşin zor yanı o günlerde Osmanlı donanması Kıbrıs'ın fethi gibi güç bir işe soyunur ki isteseler de takviye yollayamazlar. 
Doğrusu Kıbrıs'ta yuvalanan Venedikliler kan dökücü ve yağmacıdırlar. Her türlü gayri meşru işe yardım ve yataklıkta eder, hac kafilelerini bizar etmekten keyif alırlar. Yol üzerinde böylesi bir çıban varken Anadolu ile Mısır arasında bir ticaret kurulamaz. 
Dönelim Trablus'a, halk yılgın ve bıkkındır, eşraf düşmana şehrin anahtarlarını vermekten, cephanelikleri sunmaktan söz açar. 
Uluç Ali, Turgut Reis'in usulüyle çalışır, Allah ve Resulünün rızasını arzulayan Arapları teşkilatlandırır, samimi Müslümanları cihad bayrağı altında toplar. Cezayirli mücahitler İspanyolları kovmakla kalmaz, Tunus'a da yayılırlar. Uluç Ali Afrika'da haçlı gemilerinin sığınacağı tek liman bırakmamakta kararlıdır ama emir demiri keser, "git Kıbrıs'ın fethine katıl" haberi gelince fermana uyar...
Ziyaretçi Defteri yükleniyor...