Geçtiğimiz asrın sonlarına doğru talebeler nümayiş üzerine nümayiş yapar, ortalığı "Filibe'ye Sofya'ya" sloganları ile çınlatırlar. Abdülhamid Han, etin çelikle tokuşamayacağını iyi bilir ama kimseye anlatamaz. Hareket Ordusu Sultan'ı "hal" eder ve Balkanlar'da hareketlenme başlar. Mazhar, Manastır'a yollanır, mütevazı imkanlarla çalışan seyyar hastahane geceli gündüzlü yaralı bakar.
Ortalık çok karışıktır, Bulgarı Yunanı da "hürriyet" diye bağırır, Türkler de "hürriyet" diye naralanırlar. Askerden çok çeteci vardır ve sabotajlar, tecavüzler birbirini kovalar. Gençler şişenin dibine vurur, zikzak çize çize dolanırlar. Bir tarafta Sırplar, bir tarafta bizimkiler demlenir, Arnavutlar ayrı telden çalar, Ulahlar başka havadan oynarlar... Sahi vatan neresidir, milet kimdir, hem dindar hani? Ağzını açan tebaayı hizaya koyacak bir inkılaptan bahseder ama kimse kendi işini doğru yapmaz. Mazhar, burada kitle psikolojisinin mantığını kavrar ve tecrübelerini notlarına katar. İşte tam o günlerde onu yeniden İstanbul'a çağırırlar.
Mazhar, artık mesleğinde zirve olma yolundadır, gece gündüz çalışıp kitabını (tababet-i ruhiye) tamamlar. İyi de tam o günlerde tayini Yemen'e çıkar. Bunu durdurmanın tek yolu vardır bir kurs ayarlamak. Asabiye ve akliye kürsüsünün hocaları (Özellikle Herr Wieting) ona bu iyiliği yapar, Berlin'de ihtisas yapmasını sağlar.
Türk gibi çalışkan!..
Mazhar Osman, üzerinde yıllardır çalıştığı kitabını bastırıp üç beş kuruş para kazanınca hiç durmaz. Kendini "Enverland (Enverin ülkesi)-Berlin" yazan şimendifere atar. Almanya'yı, beklediğinin de fevkinde bulur. Gecenin bir vakti inmesine rağmen ortalık ışıl ışıldır, caddelerin temizliğine düzenine hayran kalır. Sabah yaylı ve fayton takırtısı ile değil otomobil ve klakson sesleri ile uyanır. Gecikmeden ihtisas yapacağı kliniğe koşar ve hayranı olduğu Prof Kraepelin ile tanışır. Bu hoca çok Türk görmüştür ve laçkalığımızın farkındadır. Hatta tembel ve dalgacılara "Türk gibi" diye takılır. Ancak Mazhar çok farklıdır. Gülhane'de Alman hocalarla ve schwesterlerle (hemşirelerle) çalıştığı için hem lisanı kafidir, hem de disiplinlidir. Mazhar bu adamların neden hoşlanacaklarını ve neye kızacaklarını iyi bilir. Nitekim Kraepelin notunu verir, ona çok şey öğretir.
Bu profosör ağzına bira bile sürmeyen bir alkol düşmanıdır ve sigaranın adını dahi andırmaz. Mazhar'ın ne içkisi ne sigarası vardır bu yüzden onu çok tutar. Mazhar bu sürede alabileceğinin azamisini almaya niyetlidir ancak korktuğu başına gelir. İstanbul'da işler karışır ve onu Yemen'e yollamak için geri çağırırlar.
Şimdi Mazhar aradan geçen aylardan sonra ülkesindeki değişiklikleri gözlemelidir. Zira o da arkadaşları gibi Meşrutiyetten çok şey beklemektedir. Heyhat! Memleketin hepten çivisi çıkmıştır, yol boyunda kaldığı oteller haşerat yuvasıdır ve kafasını vurup hiçbirinde uyuyamaz. Hele o güzelim İstanbul'u tanıyamaz, ortalık dilenci, sakat, sefil kaynar. Yağlı, kirli esvaplar, soluk benizli çocuklar, saman arabaları, bakımsız faytonlar... Doğrusu Abdülhamid'li yılları çok arar.
Almanya'da okumuş şekerim
O günlerde Topkapı Bimarhanesini ziyaret eder gördüğü manzara karşısında adeta donar. Hastalar kürek mahkumları gibi loş kasvetli hücrelere tıkılmışlardır ve pisliklerinin üzerinde otururlar. Üzerlerinde ordular halinde bitler gezinir, cildleri çorak toprakları andırır. Bir an önce gebersinler diye ellerine çiğ sebzeler verilmiş, hele cüzzamlılar hepten terkedilmiştir.
İttihatçıların Bastil'e benzettikleri bimarhane den ne aydın, ne şair çıkar, mecnunlardan gayrisi bulunmaz.
Mazhar, Yemen için hazırlanırken Gülhane'deki Almanlar (özellikle Dr. Wieting) bir güzellik yapar, tayinini durdururlar. Onu "Asabiye ve Elektroterapi" hocası yaparlar. Her ne kadar yoğun olsa da zaman zaman uzak semtlerdeki paşa konaklarına hasta ziyaretine gider, kar çamur demez üç beş mecidiye toplamaya bakar. O devirde Almanya görmüş bir asabiyeci çok prim yapar. Şişli ve Nişantaşı sakinleri randevu için sıkıştırmaya başlarlar. Cüzdanı azıcık kalınlaşınca Divanyolu'nda bir muayenehane açar ve gördüğü talebe kendi de şaşar. Bir asabiyeci olarak insanların hayatlarını da araştırır ve sükutu hayale uğrar. Ne yazık ki o günlerde İstanbul'da afyon kullanımı patlar, tangocu kılıklı fahişeler sakalı çıkmamış çocuklara sataşırlar. Azıcık postu düzenler metres üstüne metres tutar, sahipsiz kızları olmadık hayallerle avuturlar. Gözü açılan kapatmalar erkek milletinden intikam almaya kalkarlar. İstanbul'da hiç görülmeyen şeyler olur ve frengi yayılmaya başlar. Bu yüzden olacak Mazhar Osman, ısrarla teaddüt-ü zevcadı (çok eşliliği) savunur ve kurduğu Hilali Ahdar (Yeşilay) Cemiyeti ile uyuşturucuya savaş açar. Mazhar Hoca sigara içenlerin fincanlarını bile çöpe attırır, "ulan sizi it bile ısırmaz" diye aşağılar.
Hasılı bu millet ne eskisi gibi doğulu kalabilir ne de batılı olabilir. Avrupa'dan sadece pislik ithal eden özentiler koca imparatorluğu girdaba yuvarlarlar. Mazhar, Almanya görmüş bir ziyalı (aydın) olarak batının müspet vechesini anlatmak için kendini hırpalar. Hem konferanstan konferansa koşar, hem de çıkardığı dergiyle Münih'in aydınlık evlerini, Berlin'in kanalizasyon sistemini, su şebekesini, ulaşımını, eğitimini ve en önemlisi hastaya yaklaşma şekillerini yazar...
Ortalık çok karışıktır, Bulgarı Yunanı da "hürriyet" diye bağırır, Türkler de "hürriyet" diye naralanırlar. Askerden çok çeteci vardır ve sabotajlar, tecavüzler birbirini kovalar. Gençler şişenin dibine vurur, zikzak çize çize dolanırlar. Bir tarafta Sırplar, bir tarafta bizimkiler demlenir, Arnavutlar ayrı telden çalar, Ulahlar başka havadan oynarlar... Sahi vatan neresidir, milet kimdir, hem dindar hani? Ağzını açan tebaayı hizaya koyacak bir inkılaptan bahseder ama kimse kendi işini doğru yapmaz. Mazhar, burada kitle psikolojisinin mantığını kavrar ve tecrübelerini notlarına katar. İşte tam o günlerde onu yeniden İstanbul'a çağırırlar.
Mazhar, artık mesleğinde zirve olma yolundadır, gece gündüz çalışıp kitabını (tababet-i ruhiye) tamamlar. İyi de tam o günlerde tayini Yemen'e çıkar. Bunu durdurmanın tek yolu vardır bir kurs ayarlamak. Asabiye ve akliye kürsüsünün hocaları (Özellikle Herr Wieting) ona bu iyiliği yapar, Berlin'de ihtisas yapmasını sağlar.
Türk gibi çalışkan!..
Mazhar Osman, üzerinde yıllardır çalıştığı kitabını bastırıp üç beş kuruş para kazanınca hiç durmaz. Kendini "Enverland (Enverin ülkesi)-Berlin" yazan şimendifere atar. Almanya'yı, beklediğinin de fevkinde bulur. Gecenin bir vakti inmesine rağmen ortalık ışıl ışıldır, caddelerin temizliğine düzenine hayran kalır. Sabah yaylı ve fayton takırtısı ile değil otomobil ve klakson sesleri ile uyanır. Gecikmeden ihtisas yapacağı kliniğe koşar ve hayranı olduğu Prof Kraepelin ile tanışır. Bu hoca çok Türk görmüştür ve laçkalığımızın farkındadır. Hatta tembel ve dalgacılara "Türk gibi" diye takılır. Ancak Mazhar çok farklıdır. Gülhane'de Alman hocalarla ve schwesterlerle (hemşirelerle) çalıştığı için hem lisanı kafidir, hem de disiplinlidir. Mazhar bu adamların neden hoşlanacaklarını ve neye kızacaklarını iyi bilir. Nitekim Kraepelin notunu verir, ona çok şey öğretir.
Bu profosör ağzına bira bile sürmeyen bir alkol düşmanıdır ve sigaranın adını dahi andırmaz. Mazhar'ın ne içkisi ne sigarası vardır bu yüzden onu çok tutar. Mazhar bu sürede alabileceğinin azamisini almaya niyetlidir ancak korktuğu başına gelir. İstanbul'da işler karışır ve onu Yemen'e yollamak için geri çağırırlar.
Şimdi Mazhar aradan geçen aylardan sonra ülkesindeki değişiklikleri gözlemelidir. Zira o da arkadaşları gibi Meşrutiyetten çok şey beklemektedir. Heyhat! Memleketin hepten çivisi çıkmıştır, yol boyunda kaldığı oteller haşerat yuvasıdır ve kafasını vurup hiçbirinde uyuyamaz. Hele o güzelim İstanbul'u tanıyamaz, ortalık dilenci, sakat, sefil kaynar. Yağlı, kirli esvaplar, soluk benizli çocuklar, saman arabaları, bakımsız faytonlar... Doğrusu Abdülhamid'li yılları çok arar.
Almanya'da okumuş şekerim
O günlerde Topkapı Bimarhanesini ziyaret eder gördüğü manzara karşısında adeta donar. Hastalar kürek mahkumları gibi loş kasvetli hücrelere tıkılmışlardır ve pisliklerinin üzerinde otururlar. Üzerlerinde ordular halinde bitler gezinir, cildleri çorak toprakları andırır. Bir an önce gebersinler diye ellerine çiğ sebzeler verilmiş, hele cüzzamlılar hepten terkedilmiştir.
İttihatçıların Bastil'e benzettikleri bimarhane den ne aydın, ne şair çıkar, mecnunlardan gayrisi bulunmaz.
Mazhar, Yemen için hazırlanırken Gülhane'deki Almanlar (özellikle Dr. Wieting) bir güzellik yapar, tayinini durdururlar. Onu "Asabiye ve Elektroterapi" hocası yaparlar. Her ne kadar yoğun olsa da zaman zaman uzak semtlerdeki paşa konaklarına hasta ziyaretine gider, kar çamur demez üç beş mecidiye toplamaya bakar. O devirde Almanya görmüş bir asabiyeci çok prim yapar. Şişli ve Nişantaşı sakinleri randevu için sıkıştırmaya başlarlar. Cüzdanı azıcık kalınlaşınca Divanyolu'nda bir muayenehane açar ve gördüğü talebe kendi de şaşar. Bir asabiyeci olarak insanların hayatlarını da araştırır ve sükutu hayale uğrar. Ne yazık ki o günlerde İstanbul'da afyon kullanımı patlar, tangocu kılıklı fahişeler sakalı çıkmamış çocuklara sataşırlar. Azıcık postu düzenler metres üstüne metres tutar, sahipsiz kızları olmadık hayallerle avuturlar. Gözü açılan kapatmalar erkek milletinden intikam almaya kalkarlar. İstanbul'da hiç görülmeyen şeyler olur ve frengi yayılmaya başlar. Bu yüzden olacak Mazhar Osman, ısrarla teaddüt-ü zevcadı (çok eşliliği) savunur ve kurduğu Hilali Ahdar (Yeşilay) Cemiyeti ile uyuşturucuya savaş açar. Mazhar Hoca sigara içenlerin fincanlarını bile çöpe attırır, "ulan sizi it bile ısırmaz" diye aşağılar.
Hasılı bu millet ne eskisi gibi doğulu kalabilir ne de batılı olabilir. Avrupa'dan sadece pislik ithal eden özentiler koca imparatorluğu girdaba yuvarlarlar. Mazhar, Almanya görmüş bir ziyalı (aydın) olarak batının müspet vechesini anlatmak için kendini hırpalar. Hem konferanstan konferansa koşar, hem de çıkardığı dergiyle Münih'in aydınlık evlerini, Berlin'in kanalizasyon sistemini, su şebekesini, ulaşımını, eğitimini ve en önemlisi hastaya yaklaşma şekillerini yazar...