Batılılar her başarılı erkeğin arkasında bir kadın arar, Doğulular ise "hocası kim" diye sorarlar. Doğrusunu isterseniz Ahmed ibn-i Kemal Paşa'nın gölgesine girmese Yavuz, Yavuz olamaz, Akşemseddin ve Molla Gürani cesaret vermese Fatih İstanbul'a yaklaşamaz... Timur'un ardında Şah-ı Nakşibend Hazretleri vardır, Osman Gazi'nin elinden Şeyh Edebali tutar. Zenbilli Ali Efendi, Ebu Suud Efendi, Yahya Efendi ve Aziz
Mahmud Hüdai, sultanların ufkunu açarlar ki, zaten onlar "hünkar şeyhi" diye tanınırlar.
İşte Anadolu kapılarını aralayan Alpaslan'ın da (babası Çağrı bey ve oğlu Melikşah'ın da) hayatını okursanız adres "Nizam-ül mülk"e çıkar.
Hasen bin Ali, Horasan illerinde doğar. Asrın müceddidi İmam-ı Gazali hazretleriyle aynı beldenin (Tus) çocuğudur ve aynı dönemde yaşar. Hasen ilimden konuşulan bir evde büyür ve kardeşi (Ebü'l Kasım) ile birlikte medreseye koşar. O, farklı bir çocuktur arkadaşlarının "be bi bü-ce ci cü" diye heceledikleri günlerde büyüklerin sohbetine oturur, girift mevzulardan hisse kapmaya bakar.
Alpaslan'ın hocası
Yıllar geçer, onu kim keşfederse keşfeder, devlet kapısına sokar. Hasen bin Ali, kör-topal yürüyen işleri anında düzene koyar, Horasan Valisi Ebu Fazıl fevkalade rahatlar ki bu gayret Gazne sultanının gözünden kaçmaz.
Hasen bin Ali çok insan tanır ama Çağrı Bey'in yeri başkadır. Çağrı Bey oğlu Alpaslan'ın yetiştirilmesi işini ona bırakır, iyi de yapar.
O yıllarda bütün kilit noktalar mutezilenin işgalindedir. Hele Vezir Künduri süzme zalimdir. İbn-i Muvaffak gibi bir alime etmediğini bırakmaz. Cüveyni ve Kuşeyri gibi az yetişen büyükleri zincire vurup sokak sokak dolandırır ve ite kaka içeri tıkar.
Hasen bin Ali, Tuğrul Bey'in vefatı ile kardeşler arasında baş gösteren taht mücadelesini tatlıya bağlar ve Alpaslan'ın yanında hizmete başlar. Alpaslan'ın ilk işi Kunduri'nin kafasını vurmak olur ve hocasını vezir yapar. Halife Kaim bi-emrillah bu vezirin büyük işlere imza atacağına inanır, zaten "Nizam-ül mülk" adını o takar.
Siyasetin kitabı...
Alpaslan, Malazgirt'e giderken vezirini Hamedan'a yollar. Eğer muharebe istedikleri gibi sonlanmazsa dizginleri ele almasını ve devleti derleyip toparlamasını arzular.
Nizam-ül mülk adli, idari, mali, askeri sahalarda birçok yenilikler yapar, şairlere, ediplere, hattatlara, mimarlara sahip çıkar. Yetim ve dulları arar, fakiri fukarayı kollar. Bağdat, Belh, Nişabur, Hirat, Isfahan, Basra ve Musul gibi kentlere Nizamiye medreseleri kurar, buralara İmam-ı Gazali gibi zirveleri atar.
Ünlü vezir abdestsiz yere basmaz, senenin çoğu günleri oruç tutar. İşi ne kadar çok olursa olsun, ezanı dinler, müezzin minaredeyken parmağını bile oynatmaz. Efendimize öyle bir muhabbeti vardır ki, Muhammed adlı emir erini çağırırkan ayağa kalkar.
Koca devlet, elinin altındadır ama dünyaya dalmaz. Önemli mevzuların tartışıldığı bir gün garibin teki içeri girmek ister, muhafızlar mani olurlar. Adamlarına "sakın ha" der, "bu kapı onların kapısı, kimseyi çevirmeyin, yoksa Hasen çıra gibi yanar."
Nizam-ül mülk kolay öfkelenmez, kimseye kızmaz. Bir keresinde sakarın teki kıymetli evrakın üstüne mürekkep hokkasını devirir, üstü başı batar, mübarek bir şey olmamış gibi işine bakar.
Sefere çıktıkları günlerden birinde şiddetli bir rüzgar çıkar. Çadırı yırtılır, kağıtları uçar, yatağına kürek kürek kum dolar. Kırk tane hizmetçisi olmasına rağmen birini bile çağırmaz, hem hiçbirini "siz neredeydiniz" diye azarlamaz.
Haşhaşi fitnesi
Nizam-ül mülk, Sabbah'ın fedaileri ortada dolanırken bile kapısını kapamaz. Dostları onu çok uyarırlar ama halkla arasına mesafe koymaz. Bir ramazan günü yine sofralar kurdurtur, adsız sansız garipleri sultanlar gibi ağırlar. Tam teravih namazı için mescide gidiyordur ki birinin yaklaştığını görür. Belki bir ihtiyacı vardır diye bekler, hatta elini omzuna koyar. Adam ansızın hançerini çıkarır ve büyük vezirin göğsüne saplar. Sadece onu katletmekle kalmaz Melikşah'ın da kolunu kanadını kırar. Nizam-ül mülk'ün ölümü güzel olur, onu Isfahan'da (Mahalle-i giran) toprağa bırakırlar. Ama Nizam-ül-mülk'ün tecrübeleri zayi olmaz, Türk sultanları onun kaleme aldığı "Siyasetname"den çok yararlanırlar.
Demedik mi?
Nizam-ül mülk, hacca gitmeyi çok ister ancak Melikşah "baba" diye çağırdığı veziri olmadan adım atamaz. Yine de onun mukaddes beldeleri görme arzusuna mani olmaz. Mütevazı bir kafile kurup yola çıkarlar. Bir fersah kadar yol alıp Dicle kenarında konaklarlar. Gece bir derviş gelir elindeki kağıdı kafiledekilerden birine verir ve Nizam-ül Mülk'e ulaştırılmasını ister. Kağıdı alıp, vezire götürürler, okuyunca beti benzi atar. Hemen dışarı çıkar, sağa koşar yok, sola koşar yok, sanki derviş sırra kadem basar. Kağıtta ne mi yazmaktadır? "Rüyamda Efendimizi gördüm. Bana "vezir Hasen nereye gidiyor? Ona sultanının yanında kal ve ümmetimin yardımına koş demedik mi?" buyurdular.
Gerisini söylemeye lüzum var mı? Nizam-ül mülk derhal geri döner ve kaldığı yerden işine bakar..
Mahmud Hüdai, sultanların ufkunu açarlar ki, zaten onlar "hünkar şeyhi" diye tanınırlar.
İşte Anadolu kapılarını aralayan Alpaslan'ın da (babası Çağrı bey ve oğlu Melikşah'ın da) hayatını okursanız adres "Nizam-ül mülk"e çıkar.
Hasen bin Ali, Horasan illerinde doğar. Asrın müceddidi İmam-ı Gazali hazretleriyle aynı beldenin (Tus) çocuğudur ve aynı dönemde yaşar. Hasen ilimden konuşulan bir evde büyür ve kardeşi (Ebü'l Kasım) ile birlikte medreseye koşar. O, farklı bir çocuktur arkadaşlarının "be bi bü-ce ci cü" diye heceledikleri günlerde büyüklerin sohbetine oturur, girift mevzulardan hisse kapmaya bakar.
Alpaslan'ın hocası
Yıllar geçer, onu kim keşfederse keşfeder, devlet kapısına sokar. Hasen bin Ali, kör-topal yürüyen işleri anında düzene koyar, Horasan Valisi Ebu Fazıl fevkalade rahatlar ki bu gayret Gazne sultanının gözünden kaçmaz.
Hasen bin Ali çok insan tanır ama Çağrı Bey'in yeri başkadır. Çağrı Bey oğlu Alpaslan'ın yetiştirilmesi işini ona bırakır, iyi de yapar.
O yıllarda bütün kilit noktalar mutezilenin işgalindedir. Hele Vezir Künduri süzme zalimdir. İbn-i Muvaffak gibi bir alime etmediğini bırakmaz. Cüveyni ve Kuşeyri gibi az yetişen büyükleri zincire vurup sokak sokak dolandırır ve ite kaka içeri tıkar.
Hasen bin Ali, Tuğrul Bey'in vefatı ile kardeşler arasında baş gösteren taht mücadelesini tatlıya bağlar ve Alpaslan'ın yanında hizmete başlar. Alpaslan'ın ilk işi Kunduri'nin kafasını vurmak olur ve hocasını vezir yapar. Halife Kaim bi-emrillah bu vezirin büyük işlere imza atacağına inanır, zaten "Nizam-ül mülk" adını o takar.
Siyasetin kitabı...
Alpaslan, Malazgirt'e giderken vezirini Hamedan'a yollar. Eğer muharebe istedikleri gibi sonlanmazsa dizginleri ele almasını ve devleti derleyip toparlamasını arzular.
Nizam-ül mülk adli, idari, mali, askeri sahalarda birçok yenilikler yapar, şairlere, ediplere, hattatlara, mimarlara sahip çıkar. Yetim ve dulları arar, fakiri fukarayı kollar. Bağdat, Belh, Nişabur, Hirat, Isfahan, Basra ve Musul gibi kentlere Nizamiye medreseleri kurar, buralara İmam-ı Gazali gibi zirveleri atar.
Ünlü vezir abdestsiz yere basmaz, senenin çoğu günleri oruç tutar. İşi ne kadar çok olursa olsun, ezanı dinler, müezzin minaredeyken parmağını bile oynatmaz. Efendimize öyle bir muhabbeti vardır ki, Muhammed adlı emir erini çağırırkan ayağa kalkar.
Koca devlet, elinin altındadır ama dünyaya dalmaz. Önemli mevzuların tartışıldığı bir gün garibin teki içeri girmek ister, muhafızlar mani olurlar. Adamlarına "sakın ha" der, "bu kapı onların kapısı, kimseyi çevirmeyin, yoksa Hasen çıra gibi yanar."
Nizam-ül mülk kolay öfkelenmez, kimseye kızmaz. Bir keresinde sakarın teki kıymetli evrakın üstüne mürekkep hokkasını devirir, üstü başı batar, mübarek bir şey olmamış gibi işine bakar.
Sefere çıktıkları günlerden birinde şiddetli bir rüzgar çıkar. Çadırı yırtılır, kağıtları uçar, yatağına kürek kürek kum dolar. Kırk tane hizmetçisi olmasına rağmen birini bile çağırmaz, hem hiçbirini "siz neredeydiniz" diye azarlamaz.
Haşhaşi fitnesi
Nizam-ül mülk, Sabbah'ın fedaileri ortada dolanırken bile kapısını kapamaz. Dostları onu çok uyarırlar ama halkla arasına mesafe koymaz. Bir ramazan günü yine sofralar kurdurtur, adsız sansız garipleri sultanlar gibi ağırlar. Tam teravih namazı için mescide gidiyordur ki birinin yaklaştığını görür. Belki bir ihtiyacı vardır diye bekler, hatta elini omzuna koyar. Adam ansızın hançerini çıkarır ve büyük vezirin göğsüne saplar. Sadece onu katletmekle kalmaz Melikşah'ın da kolunu kanadını kırar. Nizam-ül mülk'ün ölümü güzel olur, onu Isfahan'da (Mahalle-i giran) toprağa bırakırlar. Ama Nizam-ül-mülk'ün tecrübeleri zayi olmaz, Türk sultanları onun kaleme aldığı "Siyasetname"den çok yararlanırlar.
Demedik mi?
Nizam-ül mülk, hacca gitmeyi çok ister ancak Melikşah "baba" diye çağırdığı veziri olmadan adım atamaz. Yine de onun mukaddes beldeleri görme arzusuna mani olmaz. Mütevazı bir kafile kurup yola çıkarlar. Bir fersah kadar yol alıp Dicle kenarında konaklarlar. Gece bir derviş gelir elindeki kağıdı kafiledekilerden birine verir ve Nizam-ül Mülk'e ulaştırılmasını ister. Kağıdı alıp, vezire götürürler, okuyunca beti benzi atar. Hemen dışarı çıkar, sağa koşar yok, sola koşar yok, sanki derviş sırra kadem basar. Kağıtta ne mi yazmaktadır? "Rüyamda Efendimizi gördüm. Bana "vezir Hasen nereye gidiyor? Ona sultanının yanında kal ve ümmetimin yardımına koş demedik mi?" buyurdular.
Gerisini söylemeye lüzum var mı? Nizam-ül mülk derhal geri döner ve kaldığı yerden işine bakar..